23/12/2025 | Yazar: Ecmel Deniz
Bizim özgürlüğümüz hepimizin özgürlüğünün eşiğidir; biz güvende değilsek kimse değildir. Yanımızda durmak, bir tercih ya da iyi niyet meselesi değil; adil ve onurlu bir yaşamın zorunlu koşuludur.
Fotoğraf: Serra Akcan / csgorselarsiv.org
Türkiye’de son yıllarda yükselen toplumsal cinsiyet karşıtı dalga, bir siyasal slogan olmanın çok ötesinde; hastanelerden okullara, iş görüşmelerinden sokağa kadar hayatımıza sızmış durumda. Bu dalganın odağında bedenlerimiz, kimliklerimiz ve haklarımız var.
2025’in “Aile Yılı” ilanıyla eş zamanlı gelen idari yazılar ve kurumsal çağrılar, tabloyu daha da keskinleştirdi. Sağlık Bakanlığı’na bağlı kurumların cinsiyet uyum sürecinde kullanılan hormon düzenleyicilere 21 yaş alt sınırı getirmesi, sağlık hakkımızın askıya alınması anlamına geldi. Bu yalnızca ilaç erişimi değil; eğitimden istihdama, barınmadan ruh sağlığına eşit yurttaşlığın kaydırılması demek.
İnterseksler için tablo daha katmanlı. İkili cinsiyet rejiminin dışında kalan varoluşlarımızın “ya yok sayılması ya da hizaya sokulması” talebi, aynı anda iki yönden baskı üretiyor. Bugünün “gençleri koruma” söylemi, dünün “normalleştirme” pratiklerinin gölgesinde işliyor.
Varoluşlarımız nefret söylemleriyle baskılandıkça gündelik şiddet sıradanlaşıyor: iş başvurusunda kimlik sorgulaması, okulda disiplin, sokakta GBT, karakolda üst araması… Görünürlüğümüz, hukuken suç olmayan hâllerin fiilen cezalandırılmasına dönüşüyor. Onur Haftaları’ndaki yasaklar ve gözaltılar da “güvenlik” retoriğinin bedelini gösteriyor.
Tam da bu yüzden “hormon” bizim için tıbbi bir kalemden çok daha fazlası: psikososyal iyilik hâlimizin dayanağı, eğitimde devamlılığımızın, işte tutunmamızın, güvende hissetmemizin aracı. Hormona erişememek; beden disforisinin artması, kaygı ve depresyonun artması, sosyal izolasyonun kalıcılaşması riskini artırıyor.
Bütün bu baskının ortasında dayanışma yeni biçimler alıyor: akran danışmanlığı, hukuki yönlendirmeler, kriz dönemlerinde hızlı destek, güvenli mekân ağları… “Ben de varım” diyebildiğimiz temas alanları özgüvenimizi büyütüyor, “biz” duygusunu somutlaştırıyor.
Hukuki düzlemde hormon kısıtlamalarının hiçbir dayanağı yok. Temel hak ve özgürlükler kanunla sınırlanabilir; idari yazıyla değil. Bu nedenle yaş sınırı koyan, verilerimizi toplayan, keyfî yasaklarla kamusal alanı kapatan her hamle, “orantılılık” testinden geçmiyor.
Bizim için bu metnin omurgası şu cümlede düğümleniyor: Herkesin bedeni ve kimliği üzerinde söz hakkı, kendisine aittir! Hayatlarımız idari takvimlere, seçim dönemlerine, kampanya sloganlarına sığdırılamaz. Deneyimlerimizi merkeze alan her politika, yalnız bir azınlığın değil, hepimizin demokratik eşiğini yükseltir.
Ve biliyoruz: Dayanışma sadece yaraları saran bir refleks değil; yaralanmamayı mümkün kılan bir siyaset. Bugün kurduğumuz ağlar, yarının özgürlüğü anlamına gelmekte. Bu yüzden vazgeçmeyen bizlerin cümlesiyle bitirelim: Travestiyiz, buradayız, alışın barışın gitmiyoruz!
Bu slogandan aldığımız güçle bu yazıda, deneyimlerimize kulak veriyoruz. Toplumsal cinsiyet karşıtı söylemlerin gündelik hayatımıza nasıl sızdığını, hormon yasağının bizim için ne anlama geldiğini ve tüm bu baskı ortamında hangi yollarla direnmeye devam ettiğimizi kendi sözlerimizle aktarıyoruz.
Toplumsal cinsiyet karşıtı söylemler sizin hikâyenize nasıl dokunuyor?
Belgin Günay: Bir interseks olarak bu soruya cevabım sezonlar dolusu bir drama dizisi kadar uzun olabilir, hem de bakışmasız, full aksiyonlu. Özetlemeye çalışırsam; toplumsal cinsiyet karşıtı söylemler bana “yokmuşum” gibi hissettiriyor. İnterseks varlığım doğuştan ve onların ikili cinsiyet sistemine dair öne sürdükleri her şeyin tam karşıtını kanıtlıyor. Elbette mesele bundan ibaret değil, interseks kişiler non-binary cinsiyet kimliklerine de sıkıştırılamayacak kadar çeşitli ancak zaten interseks görünmezliği yeterince yoğunken, toplumsal cinsiyet karşıtı söylemlerin kuir kimliklere olan saldırıları bu görünmezliği iyice pekiştiriyor.
Doğa: Hayatımı bu söylemlerin kaynağı olan zihinden izole etmem gerekti. Dışlayıcı ve ötekileştirici dilin hedefi olmak rahatsız edici olduğundan tüm hayatımı bu dilden yalıtılmış şekilde kurmam gerekti, çocukluğumdan itibaren. Her şey dilde başlar ne de olsa. Daha kapsayıcı ve eşit dilin kullanımı sadece LGBTİ+ öznelerin değil hayatın hemen her alanında tüm bireylerin özerkliğini ve varoluş biçimini koruma altına alıyor. Benim hikayemde bu izole kalma biçimi bir gerekçeydi.
Okyonus: Toplumsal cinsiyet karşıtı söylemler, fobiyi oluşturan ve yayan unsurlar olduğu için ve bunu başta hükümet yaptığı için bize karşı nefretin büyütüldüğü ve toplumlara aşılandığı bir durum ortaya çıkıyor ve bana güvensiz hissettiriyor. Girdiğim birçok, birbirinden farklı alanda nefretin lubunyalara karşı yöneldiğini gözlemliyorum ve mücadelemiz giderek zorlaşıyor. Ancak bunlar karşısında mücadelemizi de büyütüyoruz. İkili cinsiyet sistemine uymak zorunda hissederken bu söylemler ve politikalar karşısında giderek daha tersi bir yerde buluyorum kendimi. Kendimi olduğu gibi var etme konusunda ve bu düşüncelere karşı savaşma konusunda daha motive hissediyorum. Baskılar ve nefret arttıkça kendime karşı kendim olma sorumluluğunun arttığını hissediyorum.
Eli: Türkiye çok erkek egemen bir toplum ve cinsiyetçilikten kaçınmak neredeyse imkânsız. Doğumda atanmış cinsiyetime uygun kıyafet ve görünümle dışarı çıktığımda, kadınlar (benim cinsiyet kimliğim) hakkında mide bulandırıcı konuşmalar duyuyorum. Bu da beni geçiş yapmaktan korkutuyor, çünkü Türkiye gibi ataerkil toplumlarda bu "erkek ayrıcalığını" kaybetme düşüncesi beni dehşete düşürüyor.
Yeni yasal ve idari engeller, trans+ların yaşam alanlarını giderek daraltıyor. Artan kısıtlamalar, umutsuzluk ve güvencesizlik hissini derinleştirirken, var olma mücadelesinin her gün yeniden verilmesi gerektiğini hatırlatıyor.Bu dönemde karşınıza çıkan yeni engeller veya baskılar size neler hissettirdi?
Belgin Günay: Zaten dar olan bir alan her geçen gün daha da daralıyor, nefes almak gittikçe zorlaşıyor. Umutsuzluk, “Burada yerim yok” duygusu, yetersizlik hissi, çaresizlik hissi neredeyse günlük hayatımın bir parçası haline geldi. Bunları hissetmek de çok normal. Önemli olan bu duygulara teslim olmadan örgütlenmeye, dayanışmaya, ne yapabiliyorsan onu yapmaya devam etmek.
Doğa: Yeni kararla birlikte hayatımın doğrudan tehdit edilmesi çok güvencesiz ve yalnız hissettiriyor. Yalnız hissediyorum çünkü muhatap bulamıyorum. Hormon replasman sürecimin aniden durdurulması çok yanlış geliyor. Böyle bir sorunla başa çıkmak çok zor.
Okyonus: Hormona erişimin 18 yaşından 21 yaşına çıkarılması bedenlerimize yapılan büyük müdahalelerden biriyken, 2 yıldır süreçte olan ve 22 yaşında olan bir trans olarak 1 sene ile sürecime devam edebiliyor olmaya kendimi sevinirken buldum. Tabi ki burada bahsettiğim şey gerçek bir sevinç değil. Ancak hormona erişemeyecek bir durumda olsaydım ne yapardım bilmiyorum. Bir yandan isim davası açmak, ameliyat olmak gibi durumları da hızlandırmam gerekiyormuş gibi hissediyorum. Şu anda maruz bırakıldığımız baskılar ilerde bu süreçlerin giderek zorlaşacağının bir göstergesi. Aile yılı diyerek tehdit ettikleri ve hedef gösterdikleri yaşamlarımız, yeni yasa tasarısı süreçte olan olmayan her lubunyanın hayatı ve geleceği için yeni büyük tehditler oluşturuyor, bu da beni her sürece dair çok kaygılı ve umutsuz hissettiriyor açıkçası. Yaşamaya hakkımızın olmadığını düşünüyor ve buna inanmamızı istiyorlar.
Eli: Hükûmet, trans bireylerin geçiş sürecini engellemek için elinden gelen her şeyi yapıyor ve onları, yaşlanan nüfus krizine çözüm olarak üreme amaçlı bireyler haline getirmeye zorluyor. İnsanların çocuk sahibi olmaktan kaçınmasının ve üremeye yönelik isteksizliğin suçunu LGBTİ+ bireylere atıyorlar; oysa asıl sebep kendi yarattıkları ekonomik krizlerdir.
Hem geçmişten gelen travmalar hem de bugün karşılaştığımız engeller, bedenlerimiz ve kimliklerimizle kurduğumuz ilişkiyi doğrudan şekillendiriyor. Kimi için bu, beklemeye ve ertelemeye; kimi için ise kendi ihtiyaçlarını savunma yönünde daha net bir duruşa dönüşüyor.Bu engeller/baskılar, kendinizle ve hayatınızla ilişkinizi nasıl etkiledi?
Belgin Günay: Ben çevreme açığım ve zaten doğrudan kimliğimi savunmakla ilgili bir iş yapıyorum. Bu bir avuntu. Öte yandan, cinsiyet kimliğimle ilgili atmak istediğim adımlar var, tam da toplumsal nedenlerden bu adımlarla ilgili fikirlerim 40’lı yaşlarımda ancak olgunlaştı. Gelin görün ki o toplumsal nedenler kolaylaşmak yerine giderek daha da sıkılaştı. 46 yaşıma girdiğim bugünlerde artık bedeniyle ve cinsiyet kimliğiyle olan ilişkisini bir nevi dondurmuş birisiyim. Geçmişte rıza dışı müdahalelerin bıraktığı ruhsal travmalar nedeniyle tıbbi alanlardan ölesiye bezmiş bir hale gelen bir interseks olarak, bu sefer kendi arzu ettiğim müdahaleler için de olsa tıbbi süreçlere girmek çok zor, gözde büyüyen bir şey. Bir de bu süreçler bu kadar zorlaşmışken, engeller artmışken o korku daha da büyüyor. Bu durumda olan sadece ben de değilim. Hormona 21 yaş engeli getirilince interseks komünitesi içinde bir hormona erişim anketi yapalım dedik. Gördük ki genç yaşlarında rıza dışı müdahaleler nedeniyle hormon replasmanına başlatılan intersekslerin çoğu bu hormonları bırakmış ve yıllardır içmiyor. Bu da onların sağlığını ciddi oranda riske atan bir durum.
Doğa: Böyle bir durumda en dayanıklı insan bile yıkılır. Beden algımın nasıl bozulduğunu, nasıl defalarca kez aynanın karşısında ağladığımı, öfkelendiğimi, değersiz hissettiğimi anlatmam zor... Maalesef ki özgüveni de, benlik bilincini de zedeliyor yolumuza koyulan bu engeller. Varoluşsal bir noktadan tüketiyor insanı.
Okyonus: Daha güvensiz biri oldum. Sokakta rahat hissetmiyorum, kendimi savunma konusunda motive hissetmiyorum. Tehdit ve baskı altında hissediyorum. Böyle hissederken kendimle olan ilişkimi de çok sağlıklı tutamıyorum.
Eli: Beni sürekli bir "kaç ya da savaş" durumuna soktu. Makyaj yapıp kadınsı kıyafetlerle dışarı çıktığımda fazlasıyla dikkatli davranıyorum. Ama tüm bunlara rağmen içten içe beni güçlendirdi diyebilirim; sonuçta elmaslar da büyük baskılar altında şekillenir.
Baskı ve kısıtlamaların ortasında, dayanışma ve örgütlülük bizler için hâlâ en güçlü dayanak noktası. Özellikle akran desteği, yalnızlık hissini azaltan ve mücadeleye güç veren bir kaynak olarak öne çıkıyor. Bu süreçte sizi ayakta tutan, güç veren şey ne oldu?
Belgin Günay: Akran danışmanlığı benim içime bir nebze su serpen nadir şeylerden birisi. Özellikle genç arkadaşlara destek olmaya çalışmak iyi geliyor. Belki çok somut, maddi şeyler gerçekleştiremiyoruz ama onların zamanında benim yaşadığım yalnızlığı yaşamadığını, anlattıklarını dinleyecek birisini buldukları gerçeği çok güzel. Zaten çoğunlukla ihtiyacımız olan şey de bu, yanımızda birileri olduğunu görmek. Ne kadar asosyal bir insan olursanız olun, neredeyse her şeyin ilacı örgütlenmek diye düşünüyorum. Siyaseten kurulan bir örgütlenme ve dayanışma illa ki sevgiye, muhabbete dayalı olmak zorunda değil. Amaç kısır yemek, çay içmek değil. Sizinle aynı dertten muzdarip insanlarla bir araya gelip birlikte çözüm aramaktan çekinmeyin.
Doğa: Bu süreci kolay atlatmak ve dengede kalarak var olmaya devam etmek zor tabii, çünkü bir noktadan sonra nefes egzersizleri yapmak veya dertleşmek yetmiyor. Beni dengede tutan, motivasyonumu koruyabilme sebebim aynı mücadelede olduğum insanlarla bir olabilmekti. "Ben" yerine "biz" olmanın verdiği güç çok anlamlı. Ayrıca psikolojik dayanıklılığı artırmak adına düzenli terapiye gitmek de çok faydalı, berrak bir zihinle devam edebilmenin yolları sanırım buradan geçiyor. Ayrıca şehrimdeki pride komitemle olmak bana hem sosyal hem kamusal anlamda çok yardımcı oluyor ve "biz" olmanın gücünü hissettiriyor.
Okyonus: Sevip güvendiğim lubunyalar ve baskılara karşı kurulan dayanışma ağları.
Eli: Ne yazık ki bu günlerde fazla destek yok mülteci translara. Kurumlar ya bütçe yetersizliği nedeniyle ya da hükûmetin getirdiği kısıtlamalardan dolayı artık yardım sağlamıyor. Ama bu zor zamanlarda beni hâlâ destekleyen birkaç insan var — bu yazının yazarı da dâhil. Onlar olmasaydı, kim olduğum konusunda umut ve kararlılığımı tamamen kaybetmiş olurdum.
Bu yazıyı okuyanların sizden duymasını istediğiniz en önemli şey ne?
Belgin Günay: Getirilen tüm bu kısıtlamalar, yasaklar, engeller, toplumsal cinsiyet karşıtı söylemler gerçekte hiç kimseyi koruma amacı taşımıyor. Asıl amaç insanları, bedenleri kontrol etmek. Bu ikiyüzlülüğü interseksler olarak bizler çok açık görüyor ve yaşıyoruz. Sözde gençlerin sağlığını korumak için hormona 21 yaş engeli getiren, hormon blokeri isteyen trans çocukları duyunca ortalığı ayağa kaldıran aynı merciler, 2 yaşındaki interseks bebeğe kız atanması için vajinoplasti ameliyatı yapılmasını çok normal karşılıyor. Demek ki mevzu nedir? Mevzu bedenimizle ne yapacağımıza onların karar vermek istemesi. Benim doğuştan gelen bedenim onu rahatsız ediyorsa o bedeni yaşa filan bakmadan hatta benim rızama bakmadan modifiye etmek istiyor. Ben kendi bedenimi modifiye etmek istiyorsam bu kez bin tane engel koyuyor, beni ruh hastası ilan ediyor, dışlıyor, ötekileştiriyor. Sözlerimi yukarıda söylediklerimi tekrar vurgulayarak bitirmek istiyorum. Ne kadar asosyal bir insan olursanız olun, neredeyse her şeyin ilacı örgütlenmek diye düşünüyorum. Sizinle aynı dertten muzdarip insanlarla bir araya gelip birlikte çözüm aramaktan çekinmeyin.
Doğa: Hiçbir şey için geç değil. Umudumu yitirdiğimde bunu duymak bana hep iyi gelmiş ve işe de yaramıştı. Kendimizi eşsiz ve özgün şeklimizle yaratmaya devam etmeliyiz.
Okyonus: Bizden çalmaya çalıştıkları yaşamlarımız çok değerli ve yalnız olmadığımızı biliyorum.
Eli: İnsanların anlamasını istediğim şey şu: Dünyadaki sorunların çoğu LGBTİ+ bireylerin suçu değil. Hepimiz, heteroseksüel ve cinsiyetiyle özdeşleşen bireylerin yaşadığı aynı problemlerle mücadele ediyoruz. Sadece "normal" dışı algılandığımız için fazladan baskıya maruz kalıyoruz. Gelin hayatı birbirimize daha da zorlaştırmayalım; barış, eşitlik ve kardeşlik içinde yaşayalım.
**
Paylaşılan deneyimler, tekil hikâyelerin ortak bir politik çerçevede buluşabileceğini gösteriyor. Mesele yalnızca hormon değil; yaşamın her alanında onurlu, eşit, güvenli var olma hakkı.
Haklarımız, pazarlık konusu yapılamaz insan haklarıdır. Savunusu yalnızca saldırı anlarında değil, her zaman gerekli. Çünkü hakların korunması yalnızca o anın mağdurunu değil, herkesin yaşamını güvence altına alır.
Bizim özgürlüğümüz hepimizin özgürlüğünün eşiğidir; biz güvende değilsek kimse değildir. Yanımızda durmak, bir tercih ya da iyi niyet meselesi değil; adil ve onurlu bir yaşamın zorunlu koşuludur.
Toplumsal cinsiyet karşıtı politikalar bizleri yalnızlaştırmak istese de bu hikâyeler, tam tersine, “ben” yerine “biz” demenin politik ve varoluşsal bir zorunluluk olduğunu kanıtlıyor.
Kaos GL dergisine abone olun
Bu yazı ilk olarak Kaos GL Dergisinin Toplumsal Cinsiyet Karşıtlığı-1 dosya konulu 204. sayısında yayınlanmıştır.
Abone olmak veya tek sayı satın almak için tıklayın.
*KaosGL.org Gökkuşağı Forumu’nda yayınlanan yazı ve çizimlerden yazarları ve çizerleri sorumludur. Yazının ya da çizginin KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki veya çizimlerdeki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.
Etiketler: insan hakları, yaşam, sosyal hizmet, aile, sağlık, siyaset, sağlık hakkı, özel haber, araştırma, inceleme, yorum, heteroseksizm, trans, ikili cinsiyet sistemi, lgbti, ifade özgürlüğü, eşcinsellik, lezbiyen, gey, biseksüel, interseks
