25/11/2025 | Yazar: Yıldız Taghızade

Faşist siyasi söylemde fıtratın sıklıkla kullanılmasının bir sebebi de budur: Toplumsal cinsiyet rollerinin bütünlüklü politikalarla değiştirilebileceği inancı ve genel olarak “başka bir dünyanın mümkün olduğu” düşüncesini en kararlı biçimde savunan feminist ve LGBTIQ+ harekettir.

Faşizmin dönüşü: Toplumsal cinsiyet karşıtlığı Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

Fotoğraf: Dilara Açıkgöz / csgorselarsiv.org

Theodor W. Adorno, 1959 yılında yazdığı yazısında nasyonal sosyalizmin hâlâ yaşadığını iddia etmiş; ancak bir hayalet olarak mı, yoksa zaten hiç yok olmadığı için mi yaşadığını bekleyip göreceğimizi iddia etmişti (Adorno, 2020: 60). 1967’de yaptığı konuşmasında ise, faşizmin siyasi ve ekonomik koşullarının yok olmadığını ve uykuda bir canavar gibi pusuda beklediğini söylemişti. Adorno bunları söylerken, tüm Avrupa “bir daha asla” naraları atıyor, faşizmle hesaplaşma amacıyla anıtlar, meydanlar, müzeler kuruyor - adeta günah çıkarıyordu. Bugün ise İtalya’da, Mussolini’nin İtalya halkının iyiliği için çalıştığını düşünen Brothers of Italy iktidarda. Birini söyleyince kalanı ezberden devam ediyor: binlerce makalede tekrar tekrar popülist olarak anılan liderler- Orban, Trump, Putin, Erdoğan… 

Popülizm kavramı, özellikle 2016’daki Trump zaferinden sonra, “illiberal demokrasi” ve otoriter eğilimler gibi terimlerle birlikte kullanılmaya başlandı; anlamı ise giderek belirsizleşti. Trump, sahneye çıktığında küresel siyasette münferit bir figür olarak ele alınıyordu. Ancak zamanla anlaşıldı ki, hiç de münferit değilmiş; aksine, benzer siyasi tarzlar neredeyse tüm ülkelerde, adeta bir kanser hücresi gibi yayılmaya başladı.

Anaakımda sıklıkla güvenli, bulanık bir terim olarak kullanılan popülizm pelerinin (Foster, 2017)  gizlediği şey faşizm olabilir mi? Evet, popülizm bir yöntem, bir siyasal iletişim stratejisi olarak işlev görüyor - ancak, kimi devletleri veya liderleri yalnızca “popülist” olarak etiketlemek, altta işleyen daha köklü otoriter eğilimleri — özellikle de faşizmin yeniden yükselişini — gizliyor olabilir.

Faşizm kuramcısı Alberto Toscano, günümüzde faşizmin tarihsel faşizmden farklı olarak,  hızlı dönüşüm ve total savaş mantığından ziyade, uzun süreli krizler yaratarak ve ahlaki paniklerle işlediğini iddia ediyor (Toscano, 2023: 84-85). Bu paniklerden birisini “gender panic” oluşturduğunu tespit eden Toscano, bu ahlaki paniğin bir ayağını feminist ve LGBTIQ+ düşmanlığı, diğer ayağını ise mülteci karşıtı-ırkçı panikler oluşturduğunu söylüyor. Buradan bakıldığında, toplumsal cinsiyet karşıtı ideolojinin bir gericilik veya muhafazakârlıktan öte küresel bir faşist ittifak olduğu söylenebilir.

Neoliberalizmin küresel ölçekte neden olduğu yoksulluk, demografik dönüşümler, sistematik güvencesizlik, yitirilen kamusal alanın sonucu kronikleşen bireyselleşmenin oluşturduğu kaygı, korku ve öfke duyguları faşist liderler tarafından iç ve dış “tehditlere” yönlendiriliyor. Böylece faşist eğilimler, yalnızca ideolojik değil, duygulanımsal yatırımlarla yeniden üretiliyor (Reich, 1979). Bu bağlamda toplumsal cinsiyet karşıtlığı farklı grupları bir araya getiren ve neoliberalizmin krizlerine yanıt veren faşist ideolojinin sembolik yapıştırıcısı haline geliyor (Grzebalska, Kováts, Pető, 2017). Örneğin “Make America Great Again” sloganı, homojen ve patriyarkal bir topluma duyulan arzuyu, yitirildiği varsayılan idealize bir geçmişe yönelik nostaljik bir özlemi içinde barındırır. Bu söylem aracılığıyla, dış tehdit olarak konumlandırılan Meksikalılar ve göçmenlere; iç tehdit olarak görülen, aile yapısını zayıflattığı iddia edilen toplumsal cinsiyet 'ideolojisine' karşı sürekli bir savunma hattı oluşturulur. Sürekli olarak elden kayıp gitmekte olan bir şeyler varsayılır: Faşist ideolojiye göre söylemsel düzeyde daima savaş sürmektedir; çünkü cinsiyetimiz(!) elden gitmektedir, ulusumuz, ailemiz ya da işimiz, toplumsal olarak merkezi addedilen değerler tehdit altındadır. Bu varsayılan kayıp hâli sürekli bir seferberlik hâlini meşrulaştırır. Ancak bu projedeki “toplumsal cinsiyet karşıtlığı” psikososyal bir sahne, kamusal bir hayal dünyası, neredeyse bir fantezidir. Üstelik bu fanteziye, toplumsal cinsiyete eleştirel bakan TERF’ler de katkı sunar; kendi dayandıkları özgürlük, özerklik, şiddetten korunma ve sağlık, kamusal alana erişim hakkına  transların erişmesine karşı çıkarak (Butler, 2024: 112-113). Bu da onları, varolan küresel faşist ittifakın bir parçası haline getirir. 

Uzun süredir şunu düşünüyorum: Bu faşist ittifakın sembolik yapıştırıcısı neden toplumsal cinsiyet oldu? Neden bu kavram hedef tahtasına kondu? Bu sorunun bir yanıtı, feminist ve LGBTIQ+ hareketin ulusötesi başarısı ve  kazanımları elbette. Bu konuda Vatikan, 1990’lardan beridir küresel olarak propaganda yapmaya devam etmektedir. Ancak bunun yanında, toplumsal cinsiyet karşıtlığının ideolojik arkaplanında değişebilirliği ve dönüşebilirliği reddeden bir tutum var.

1990’larla birlikte reel sosyalizmin sona ermesi, sistem karşıtı küresel bir cephenin ortadan kalkması ve “tarihin sonu” fikrinin ana akımlaşması, mevcut olgusal durumun değişebilir olduğu düşüncesinin zayıflamasına neden oldu. Bu sinik hâl, “kapitalizmin sonunu hayal etmek, dünyanın sonunu hayal etmekten daha zordur” noktasına kadar vardı (Fisher, 2011). Günümüzde ise toplumsal muhalefeti, sokakları ve uluslararası dayanışmayı elinde tutan tek hareket, feminist ve LGBTIQ+ hareket. Bu hareketlere yönelik faşist saldırıların temelinde, toplumsal düzenin mücadele yoluyla değişebileceği düşüncesini hâlâ omuzlayan tek güç olmaları gerçeği yatıyor.

Faşist siyasi söylemde fıtratın sıklıkla kullanılmasının bir sebebi de budur: Toplumsal cinsiyet rollerinin bütünlüklü politikalarla değiştirilebileceği inancı ve genel olarak “başka bir dünyanın mümkün olduğu” düşüncesini en kararlı biçimde savunan feminist ve LGBTIQ+ harekettir. Bu hareketler, “yaşanan hayatın değiştirilebileceği” fikrinin siyasetteki en güçlü temsilcisi hâline gelmiş durumda. Toplumsal cinsiyet karşıtlığı, bu potansiyeli etkisizleştirmek ve toplumsal determinizmi yeniden kurmak için ideolojik  olarak merkeze yerleştirilmiştir.

Gilles Deleuze’a göre toplumsal  olgularda koşulları aşan, tarihsel neden-sonuç ilişkileri çerçevesinde açıklanamayacak bir yan vardır: tarihçilerin pek de hoşlanmadıkları, olay olup bittikten sonra, olaydaki tüm yanları koşulların ürünü gibi göstererek üzerini örtmeye çalıştıkları bir oluş boyutu (Yücefer, 2016: 87). Toplumsaldaki oluş boyutu farklı olanakların mümkün olduğunu imlemesi açısından devrimciliği de besler. Oluş boyutu, neden-sonuç ilişkilerini aşan, farka ve yeni ilişkilenmelere yer açan, çoğunlukla minör alanda çalışan bir boyuttur ve faşist söylemler genellikle olgusal olanın değişmezliğinde ısrar ederek, bu boyutu bastırmaya ve siyaset dışına itmeye çalışırlar. Toplumsal cinsiyet fikri, olgusal olanı aşan ve olgusalın ötesinde farklılığa alan açabilen bir felsefi arkaplanı heybesinde taşıyan bir fikirdir. Simone De Beauvoir’ın “kadın doğulmaz, kadın olunur” fikrinden tutun da, Judith Butler’a uzanan toplumsal cinsiyet rollerinin değişebilirliği/ akışkanlığı bu bağlamda olgusalın ötesindeki oluş boyutunu feminist ve LGBTIQ+ hareketle birlikte siyasi alanın içerisinde taşır - ve bu, bulaşıcıdır. Siyaseti dönüşebilirlikten kuran bu siyasetin, tam da bu sebeplerle faşist liderlerin hedef tahtasında olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla burada mesele yalnızca neoliberalizmin krizlerine karşı yapay düşmanlar yaratmak değildir, başka türlü bir siyaset yapmanın olanağının da hedefte olması söz konusudur. Başı ve sonu olan, şefi ve kitabı olan bir devrim fikrinden öte şimdi ve burada olanı bozmak, dönüştürmek anlamındaki bu devrimcilik, oluş fikrini zaten içinde taşır.

Sonuç olarak, toplumsal cinsiyet karşıtlığı, günümüz faşizminin yan unsurlarından biri değil; ideolojik çekirdeğidir. Bu karşıtlık, toplumsal dönüşüm olanağına yönelen sistematik saldırının en berrak ifadesidir. Toplumsal cinsiyet karşıtlığı kültür savaşı gibi sunulsa da (küreselleşme karşıtlığı, batı değerlerine karşı yerelleşme gibi) özünde siyasal alanın sınırlarını belirleyen, toplumsal tahayyülleri “sabit bir doğa” ile sınırlayan ve kendisi ithal olan küresel faşist bir stratejidir. Bu ideoloji doğayı sürekli bir sınırlılık, bir yapamama hali olara sunar. Bu ideolojinin siyasetteki temel mesajı  “Var olan şey sabittir; mücadele, direnç ve kararlılıkla dönüşemez” fikridir. Butler’ın da dediği gibi bu sabitlik varsayımı bir çeşit kamusal fantezidir. Bu fikre her zaman bir komplo teorisi eşlik eder. Örneğin, iklim krizine karşı mücadele etmek, “komplocu” bakışla ele alınır, sorunlardaki sorumlu görünmezleştirilir ve farklı türlü üretim-tüketim alışkanlıkları mümkün diyenler düşmanlaştırılır. Siyasette farklı olanak yaratma fikrindeki tüm gruplar, küresel faşist ittifak tarafından siyasetten dışlanmaya çalışır. 

Aslında tarihsel faşizmden bu yana feministler anti-faşizmi cinsiyet ve cinsel politikalarla düşünme konusunda ısrar ediyordu (bkz. Macciochi, 1979). Bugün bu durum daha da belirgin. Bu küresel faşist ittifakın, ideolojik çekirdeğine toplumsal cinsiyet karşıtlığını yerleştirerek anti-demokratik uygulamaları yaygınlaştırması; faşizme karşı mücadele etmek isteyen grupların feminist-LGBTIQ+ hareketlerle dayanışma içinde olması gerektiğini açıkça ortaya koyuyor.

Bu ittifaka karşı “No pasarán” diyecek olan en önemli grubun feministler ve LGBTIQ+’lar olduğunu onlar çok iyi biliyor, biz de çok iyi biliyoruz. 

Kaynakça

Adorno, T. W. (2020). Yeni Sağ Radikalizmin Veçheleri. (T. Onur, & Ş. Öztürk, Çev.) İstanbul.

Toscano, A. (2023). Late fascism: Race, capitalism and the politics of crisis. London, UK: Verso Books.

Reich, W. (1979). Faşizmin Kitle Ruhu Anlayışı (B. Onaran, Çev.) İstanbul: Payel Yayınları.

Fisher, M. (2011). Kapitalist Gerçekçilik Başka Alternatif Yok mu? (G. Ç. Güven, Çev.) İstanbul: Habitus Yayıncılık.

Grzebalska, W., Kováts, E., & Pető, A. (2017). Gender as symbolic glue: How “gender” became an umbrella term for the rejection of the (neo)liberal order. Political Critique / Krytyka Polityczna. Retrieved 9 August 2025, from https://politicalcritique.org/long-read/2017/gender-as-symbolic-glue-how-gender-became-an-umbrella-term-for-the-rejection-of-the-neoliberal-order/

Yücefer, H. (2016). “Potansiyelleri Düşünmek Deleuze'de Virtüellik, Oluş ve Tarih”. Cogito 82; 87-119.

Macciocchi, M. A. (1979). Female sexuality in fascist ideology. Feminist Review, 1(1), 67–82

Butler, J. (2024). Who’s Afraid of Gender? New York, NY: Farrar, Straus and Giroux.

Foster, J. B. (2017). This is not populism. Monthly Review, 69(2).

Kaos GL dergisine abone olun

Bu yazı ilk olarak Kaos GL Dergisinin Toplumsal Cinsiyet Karşıtlığı-1 dosya konulu 204. sayısında yayınlanmıştır.

Abone olmak veya tek sayı satın almak için tıklayın.

*KaosGL.org Gökkuşağı Forumu’nda yayınlanan yazı ve çizimlerden yazarları ve çizerleri sorumludur. Yazının ya da çizginin KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki veya çizimlerdeki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.


Etiketler: insan hakları, kadın, medya, yaşam, eğitim, aile, siyaset, dünyadan, özel haber, araştırma, inceleme, yorum, heteroseksizm, trans, ikili cinsiyet sistemi, lgbti, eşcinsellik, lezbiyen, gey, biseksüel, interseks
İstihdam