02/12/2025 | Yazar: Göko
Biz LGBTİ+’lar olarak, bar, pub ve diğer servis sektörlerinde —ister açık, ister kapalı kimliğimizle— hem işçi hem de LGBTİ+’lar olarak var olmaya devam ediyoruz; aynı zamanda, ayrımcılık, derinleşen yoksulluk ve güvencesiz çalışma koşulları ile mücadele ediyoruz. Artan baskı, şiddet, hedef gösterme ve nefret söylemleri karşısında, onurlu bir yaşam için verdiğimiz mücadeleyi, bu alan da dahil, her alanda kararlılıkla sürdürüyoruz.
Hem LGBTİ+ alanında çalışan kurumların istatistiklerine, hem de etrafımıza baktığımızda şunu söyleyebiliriz ki, LGBTİ+’ların yoğun çalıştığı alanlardan biri servis sektörü. Bu alanda çalışanların büyük bir kısmı benzer zorluklarla karşı karşıya kalıyor. Servis sektörü, tanımlanmayan iş yükü, görünmeyen emek biçimleri, güvencesiz çalışma koşulları, uzun mesailer ve düşük ücretlerle işçileri sömürüyor; çoğu çalışan, mobbing ve ayrımcılık gibi olumsuz deneyimlerle mücadele etmek zorunda kalıyor.
Servis sektörü, temeline müşteri memnuniyetini koyan bir alan. Çalışanlar sürekli olarak müşteriyle yakın etkileşimde bulunmak zorunda ve patronun ve yöneticilerin beklentisi, sadece fiziksel iş gücünden değil, aynı zamanda zihinsel ve duygusal emekten de yüksek bir verim almak. Çalışan yalnızca bir hizmet sunucu değil, aslında servis edilen ürünün bir parçası haline geliyor. Güler yüzlü olma, sohbet etme, empati gösterme gibi çeşitli emek biçimleri, artık işin ayrılmaz bir parçası ve hatta bir tür satılabilir malzeme halini alıyor. Patronlar ise, iş gücünün farklı boyutlarını -kol gücünden zihinsel ve duygusal emeğe kadar- görmezden geliyor ve bunları bir potada eriterek her birini tek bir kalem altında değerlendiriyor.
Bu sektörde bir yıldır çalışan bir trans erkek olarak, bu alanın LGBTİ+’lar açısından zorluklarını, -özellikle duygusal emek bağlamından- kendi deneyimlerimle dile getirmeye çalışacağım.
Öncelikle duygusal emek ne demek bunu biraz açmak istiyorum:
“Özellikle hizmet sektörünün gelişimi ve müşteri odaklılığın ön plana çıkmasıyla gündeme gelen duygusal emek, çalışanların yalnızca fiziksel ve zihinsel emeklerini değil; duygularını da işin gerektirdiği şekilde kullanmalarını ve işverenlerin de aynı şekilde çalışanlarından doğrudan ya da dolaylı biçimde böyle bir talepte bulunmalarını ifade etmektedir.”
Duygusal emek, çalışanların müşteri memnuniyeti için ortama uygun duygu sergilemesi anlamına geliyor. Bu yazı özelinde ise, “duygusal emek” kavramını, LGBTİ+’lar olarak, sınıf üstünlükçü, cinsiyetçi ve ırkçı bir ortamda var olurken göstermek zorunda bırakıldığımız ek duygusal mesaiyi tarif etmek için kullanıyorum. Bu, yalnızca işin gerektirdiği duyguları yönetmek değil; aynı zamanda kimliğimizi, güvenliğimizi ve varoluşumuzu korumaya ve çalışma alanımızı kapsayıcı kılmaya çalışırken yürüttüğümüz görünmez ama bir o kadar da kıymetli ve son derece yıpratıcı bir emeği de ifade ediyor.
Sivil toplum alanındaki işimden ayrıldıktan sonra, uzun zamandır hayalini kurduğum film yapım dünyasına adım attım, ancak derinleşen yoksulluk koşulları nedeniyle, bir yandan da ek bir gelire ihtiyaç duyuyordum. Çevreme haber saldım, pek çok LGBTİ+’nın, -bu alanlarda ayrımcılığa daha çok maruz kalan trans kadınlar ve feminenler dışında-, öğrencinin, üniversite mezunu işsizin, okul terkin, yani sosyal sınıfı güvenceli bir iş vadetmeyenlerin daha çok tercih edildiği servis sektöründe çalışmaya başladım. İlk işyerimde açık trans kimliğimle rahatça var olabildim. Yukarıda belirttiğim gibi, zaten trans erkek olmam dolayısıyla muhtemelen bu rahatlığa sahip olmuştum. Mekan, LGBTİ+ müşteri dostu ve görece muhalif çalışanlardan oluşsa da, cinsiyetçilikten azade bir çalışma alanı değildi. En basitinden söyleyecek olursam, çalışanların çoğunluğunun çok fazla cinsiyetçi küfrediyor olması ve küfürlerin gündelik dil haline gelmesi rahatsız ediyordu. Bunun ötesinde, kadın ve LGBTİ+ bedenine yönelen küfrün etkisi, bir şiddet olarak o alanı güvensiz ve rahatsız edici hale getiriyordu. “Abartıyorsun, küfürden n’olcak?!” diyenleri duyar gibiyim. O küfürlerin, erkek egemenliğini her an hatırlatan, o egemenliğin gücünü bulunduğu alana yeniden yeniden dayatan bir saldırı olduğunu görmek yetmez mi? Cinsiyetçi dil, sadece kelimelerden ibaret değil; ardında koca bir tahakküm ilişkisini taşır ve bu tahakkümü hissettirdiği her yerde, atmosferi ve alanı zehirler.
Özetle, ilk deneyimime dair demek istediğim şu ki, mekanı açmak ve servis yapmak olarak belirlenen ve görünen iş tanımıma, duygusal bir yük olarak cinsiyetçi ortamın kendisi ve buna karşı her an tetikte ve savunmada olma ihtiyacı hücum ediyordu. İş tanımıma yönelik “dikkat etmem gereken”lerin üstüne, başka “dikkat mesaileri” ekleniyordu.
Buraya bir parantez açmak istiyorum. LGBTİ+’ların görünür olduğu mekanlarda şöyle bir durum da söz konusu. Açık kimlikli olarak LGBTİ+ arkadaşlarımın çalıştıkları bazı iş yerlerinde, LGBTİ+ çalışanın olması, bu mekanların kapsayıcı, güvenli alanlar olduğu illüzyonunu oluşturuyor, bu da kimliğimizi ve “farklı” görünüşümüzü satılabilir bir malzeme kılabiliyor. Ancak, LGBTİ+’lar, arka planda, düşük ücret, mobbing vb. hak ihlalleri ile karşı karşıya kalıyorlar. Patronlar, zaten güvencesiz çalıştırdıkları için ve pek çok LGBTİ+’nın adalete olan inancı azaldığı için, işçilerin dava yoluna gitmeyeceğinden emin, rahatça sömürebiliyorlar.
Devam ediyorum. Bahsettiğim bu ilk çalıştığım yer evime uzak olduğu için ordan ayrıldım ve kısa bir süre sonra başka bir mekanda çalışmaya başladım. Bu sefer daha sert bir karşılaşma beni bekliyordu. Bu yeni işyeri dediğim yer, hayatta karşı olduğum ne varsa onun üzerine kurulmuştu adeta. Patron ve çalışan arasındaki hiyerarşi apaçık görünür ve ifade edilir haldeydi. Beğenmeyen giderdi. Mekan bilinen ve görece lüks bir yer olmasına rağmen, çalışanlara piyasanın açık ara altında bir ücret ödüyorlardı. Bu paraya çalışmayacağımı ifade ettiğimde ancak istediğim ücreti (yine de piyasanın altı) alabildim. Zengin müşteri profili baskındı, sınıf çatışması ise kaçınılmaz.
Trans kimliğimle açık çalışamıyordum, çünkü ona gelmeden daha uğraşmam gereken çok şey vardı. Zengin müşteri ile sınıf çatışmamım arasına, çalışanların bazı müşterilere yönelik yabancı ve göçmen düşmanı nefret söylemleri giriyordu. Erkeklik normları ve bunun dışında kalan kadınlar, LGBTİ+’lar ve diğer azınlıklar hakkında aşağılayıcı fikirler, şakalar, küfürler… Cinsiyetçilik, ırkçılık, her biri, ayrımcılığın birbirlerini tamamlayan ve besleyen bir diğer yüzü. “Bunu müşteriye yapan, beni bilse bana neler yapmaz!” diye beynim alarm veriyordu adeta. Kol gücümle servis yaparken, açılamamanın verdiği yükü de kaldırıyordum; aynı zamanda tüm ayrımcılıklara karşı her an tetikte olup karşılık verme enerjisini içimde saklı ve hazır tutmak zorundaydım.
İşe gidiyordum, duygusal emek mesaim başlıyordu. Bir yandan, müşteri ayrımcılığa uğramasın diye, yine uzun “dikkat” mesaileri, diğer yandan sınıfsal olarak çatıştığım aynı müşterilerin ekstra beklentileri ile meşguliyetim… Zar zor hakkımı aldığım patronumdan, bu mesailerimi de hesaba katmasını talep ettiğimi hayal bile edemiyorum.
Çalışanlar olarak ortaklaştığımız meseleler de elbette vardı. İster istemez, bir iş üretirken birlikte vakit geçirmek, birlikte emek vermek, günü birlikte bitirmek insanları yakınlaştırıyor. Müşterilerin beklenti ve istekleri ve patronun sömürüleri üzerine sık sık dertleşiyorduk, ancak aramızda bir sınıf ittifakı kurulamıyordu. Bunun kurulması için neler gerekli, kurulsaydı neler olurdu diye çok düşündüm. Şüphesiz ki, en temelde her birimizin kendi varoluşuyla ve kendi özel ihtiyaçları ile kendini ifade edebiliyor ve var edebiliyor olması gerekiyordu. Her gün ben ve benim gibilerin ve çeşitli azınlıkların aşağılandığı bir yerde, bu nasıl mümkün olabilirdi ki?
Geçtiğimiz haftalardan birinde, çalışma arkadaşlarımdan birine açılmak zorunda kaldım. Benim için oldukça şiddetliydi. İmzalamam gereken belgelerden birinde eski adım (dead name) yazıyordu. Çalışma arkadaşım, K’yı mola alanımıza çağırdım, durumu anlattım. “Açılmak zorundayım” dedim, böyleyken böyle. Çok şaşırdı, ama kendini beklediğimden hızlı toparladı, bense bir süre kendime gelmeye çalıştım. Çünkü istemediğim bir biçimde açılmaya mecbur kalmıştım. O gün birbirimizin yüzüne bakamadık, çünkü aramıza beklenmedik, ani ve yeni bir bilgi girmişti. K için, bütün bu süreç boyunca benimle ilgili yaşadığı her şey daha bir anlam buldu belki. Belki azınlıklara yönelik ayrımcılığa, cinsiyetçi küfürlere neden karşı çıktığımı biraz olsun anladı. Bense, bu şekilde açılmak zorunda kalmanın şiddeti ile sarsıldım.
Birkaç gün geçmişti, açılmamdan sonra ilk kez işe gidecektim. K beni aradı, “evden çıkmadıysan seni de alayım arabayla” diyordu. Çoktan çıkmıştım, mekanda karşılaştık, normal muhabbetimize devam ettik. Her hareketiyle bunun bir sorun olmadığını göstermeye çalışıyordu.
Üzerine epey düşündüm, kadın ve kuir arkadaşlarımla paylaştım, üzerine konuştuk. Sorun K değildi, daha doğrusu esas sorun K değildi; sorun tüm bu mekanın ve bu mekanın ait olduğu sektörün kendisi. K ve diğerleri, bazı karşılaşmalar ile, belki ayrımcılıktan vazgeçecek, çevrelerine dair farkındalık kazanacaklar ve dönüşecekler. Ama servis sektörü başlı başına, bir LGBTİ+’nın ve azınlığın kendisini güvende hissedebileceği ve ne tür emeğini olursa olsun karşılığını alabileceği bir alan vaat etmiyor. Ancak ve ancak, daha kapsayıcı sınıfsal bir mücadele köklü bir değişim vadediyor.
Biz LGBTİ+’lar olarak, bar, pub ve diğer servis sektörlerinde —ister açık, ister kapalı kimliğimizle— hem işçi hem de LGBTİ+’lar olarak var olmaya devam ediyoruz; aynı zamanda, ayrımcılık, derinleşen yoksulluk ve güvencesiz çalışma koşulları ile mücadele ediyoruz. Artan baskı, şiddet, hedef gösterme ve nefret söylemleri karşısında, onurlu bir yaşam için verdiğimiz mücadeleyi, bu alan da dahil, her alanda kararlılıkla sürdürüyoruz.
LGBTİ+ olmayan işçilere ise kanımca şu sorumluluk düşüyor: İşçi sınıfı sorunlarını daha da katmerli bir şekilde deneyimleyen LGBTİ+’lar için, güvenli bir şekilde var olabilecekleri ve kendilerini ifade edebilecekleri alanlar yaratmak. Bunun da ötesinde, bu alanları birlikte inşa etme, birbirini görme, birbirinin farkına varma ve eşit yer alma sorumlulukları. Bu, sadece LGBTİ+’ların koşullarını iyileştirmekle kalmayacak, aynı zamanda işçi sınıfı mücadelesine de anlamlı bir katkı sağlayacaktır diye inanıyorum. Dayanışma ile…
*KaosGL.org Gökkuşağı Forumu’nda yayınlanan yazı ve çizimlerden yazarları ve çizerleri sorumludur. Yazının ya da çizginin KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki veya çizimlerdeki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.
Etiketler: insan hakları, çalışma hayatı, ekonomi, özel haber, araştırma, inceleme, yorum, heteroseksizm, trans, ikili cinsiyet sistemi, lgbti, eşcinsellik, lezbiyen, gey, biseksüel, interseks
