30/12/2025 | Yazar: Ani Nar

Belki de trans kadınların en iyi bildiği şey şudur: Ev, ne yalnızca içeride, ne yalnızca dışarıdadır. Gerçek ev, bir yer değil; kendini tüm çıplaklığıyla var edebildiğin, adını yüksek sesle söyleyebildiğin yerdir. Ve bazen o yer, hiç bilmediğin bir şehirde, yabancı bir pencereden baktığın ilk sabaha denk gelir.

Göçün eşiğinde, evin kıyısında, ailenin ötesinde Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

Bir insanın hayatında bazı eşikler vardır; onları geçtikten sonra geri dönmek artık mümkün olmaz. Göç, işte o eşiklerden biridir. Hele ki göç, yalnızca mekân değiştirmek değil; kimliğini, ilişkilerini, hatta ev dediğin yeri yeniden kurmaksa… O zaman bavulun içine yalnızca giysiler değil, koca bir geçmiş sığar. Ve çoğu zaman, sığmayanlar olur. O sığmayanlar ise trans kadınlar için doğdukları evdeki “aile” dir.

Bu yazı, evin kapısından çıkarken başlayan göç hikâyelerini ve yeni kapıların önünde bekleyenleri anlatıyor. Tez araştırmasının sahasından dinlenen trans kadınların sözleri, göçü bir harita üzerinde çizilmiş basit bir ok olmaktan çıkarıyor; onu, kalbin ritmini değiştiren bir yolculuk olarak yeniden kuruyor.

Bir ev, genelde güvenli liman diye anlatılır. Ancak kimi insanlar için o liman, yaşamı çepeçevre kuşatan bir baskı kaynağına dönüşebilir. İzmir örneğinde yürütülen çalışma, trans kadınların aile evinden ayrılma süreçlerinin, konut arayışlarının ve kente tutunma stratejilerinin bunun ötesinde, politik ve yapısal dinamiklerle nasıl örüldüğünü gösteriyor. Araştırma, 15 trans kadının derinlemesine görüşmelerine dayanıyor ve katılımcıların anlatıları, ev-mekân ve göç ilişkisini hem kişisel hem de toplumsal bağlamda yeniden düşündürüyor. 

Aile evinden ayrılma, bu çalışmada çoğunlukla “kaçış” ve “kimlik”in iç içe geçtiği bir karar olarak karşımıza çıkıyor. Bazı katılımcılar için evden çıkış açık bir zorlanma sonucuyken (psikolojik baskı, “aileye laf gelmesi” kaygısı ya da doğrudan şiddet gibi), diğerleri içinse üniversite veya iş gibi araçsallaştırılmış fırsatlar bir kaçış olanağı sunuyor. Tezde, bir katılımcının aile baskısı nedeniyle “evde nefes alamadığı” ve ayrılmanın hayat kurtarıcı bir hamle olarak görüldüğü detaylandırılıyor; bu anlatı, ayrılmanın sadece mekânsal bir hareket değil, hayatta kalmaya yönelik bir adım olduğunu vurguluyor. 

Eğitim bir başka önemli anahtar: birçok trans kadın üniversiteyi “kaçış için gerekçe” olarak kullandığını aktarıyor. Bazı aileler için çocuğun üniversite eğitimi, uzaklaşma ihtiyacını meşrulaştıran bir örtü işlevi görüyor; kişilerden biri üniversiteyi “bahane” olarak kullanıp aile evinden ayrılmayı anlatırken, bunun baskıdan uzaklaşma stratejisi olduğunu ifade ediyor. Yani göç kimi zaman bireysel iradenin doğrudan sonucu olsa da, arka planda aile baskısı ve yerel toplumsal mekanizmalar güçlü bir itici etken olarak duruyor. 

Ev arama süreci ise çoğu zaman ikinci bir travmaya dönüşüyor. Çalışma, trans kadınların kiralık konut arayışında önyargı ve dışlanma ile sıkça karşılaştıklarını; ilanlarda veya emlak görüşmelerinde reddedildiklerini ya da yüksek fiyat talepleriyle yüzleşmek zorunda kaldıklarını ortaya koyuyor. Bu bağlamda, kısa süreli, güvencesiz barınma çözümleri (arkadaş evleri, geçici barınma) sıkça devreye giriyor; bu da yerleşme duygusunun, köklülüğün ve ontolojik güvenliğin gelişmesini engelliyor. Konut piyasasındaki bu kırılganlık, trans kadınların “kalıcı bir yuva” kurma imkânını doğrudan sınırlıyor. Bir yere ait olma hissi tükeniyor ve trans kadınlar sürekli hareketlilik gösteriyor.

Yurt deneyimleri çalışmada özellikle vurucu. Üniversite yurtlarında yaşanan belirsizlik, mahremiyet kaybı ve transfobi kaygısı birçok katılımcı için yurdu sürdürülemez kılıyor. Bazı katılımcılar erkek yurtlarında kalmanın kendileri için uygun olmadığını, kalıcı bir huzur ve güven hissi sağlamadığını belirtiyor; bu nedenle yurtlar, tek çözüm olsa bile kısa süreli ve travmatik bir deneyime dönüşebiliyor. Üniversite aracılığıyla sağlanan göç, özgürleşme potansiyeli taşırken aynı zamanda yurtta maruz kalınan tehlikeler yüzünden yeni güvenlik sorunları doğurabiliyor. Çünkü sistem kimlikleri silikleştirerek, görmezden gelerek kişilerin güvenliğini devamlı tehlikeye atmayı seviyor.

Toplumsal destek ağları ve “iç grup” ilişkileri, güvenli yer bulmada hayatî önemde. Çalışmada vurgulandığı üzere, trans kadınların konut tercihlerinde başka trans kadınların varlığı, tanıdık dayanışma ağları ve iç grup üyeliği belirleyici. Ev sahibi ile kiracının aynı topluluktan olması bile, bazen dışarıdan gelen tehditleri azaltan bir güven katmanı sağlayabiliyor. Öyle ki, çalışmada ev sahibi bir trans kadının mevcutluğu “güvenlik” açısından önemli bir araç olarak görülüyor; bu da konut politikalarının yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda toplumsal-kültürel kaynaklara göre de şekillendiğini gösteriyor.

Zorunlu yer değiştirmeler de var: ekonomik yoksunluk, evden atılma, mahalle baskısı, komşu veya mülk sahibi kaynaklı şiddet gibi olgular bazı katılımcıları doğrudan evlerinden etmeye götürmüş. Çalışmada bir örnek, ev sahibinin değişmesi ve takiben yaşanan dışlamanın, arkadaş dayanışmasıyla ancak atlatılabildiğini anlatıyor; bu yaşantı, transfobik şiddetin mekânsal sonuçlarını da çarpıcı biçimde ortaya koyuyor. Böyle vakalar, trans topluluğun kent içindeki kırılgan konumunu ve koruma mekanizmalarının eksikliğini gösteriyor. 

Mahalle tercihi ise yalnızca fiziksel koşullarla açıklanamıyor. Katılımcılar, merkeziyet, ulaşım, eğitim ve çalışma olanaklarının yanı sıra “tanınmama” veya “anonim kalabilme” imkânı gibi sosyal dinamikleri de hesaba katıyor. Bu nedenle İzmir bağlamında bazı mahalleler (Alsancak, Hatay, Bornova, Buca, Bayraklı) trans kadınların yoğunlaştığı alanlar olarak beliriyor; bu yoğunlaşma hem dayanışma ağlarının kurulmasını kolaylaştırıyor hem de mekânsal biçimde bir “görünürlük kümesi” oluşturuyor. Ancak yoğunlaşma aynı zamanda tehlike de getirebiliyor: belirli semtlerde görünür olmak polis kayıtları, komşu baskısı veya apartman çatışmaları gibi yeni sorunları tetikleyebiliyor. Bunlara dair de sıkça gördüğümüz haberler oluşabiliyor. Örneğin Bornova Sokak ve çevresinde sıkça yaşanan şiddet olayları, polis ve bekçi baskısı, ev kapamaları gibi.

Tüm bu süreçlerin duygusal yükü ağır: aileden ayrılma, güvencesiz barınma, işe erişimdeki zorluklar ve mahalle seçimindeki karmaşa, kimlik inşası ve aidiyet duygusunu derinlemesine etkiliyor. Çalışma, konut kariyerinin kısa süreli ve parçalı olmasının trans kadınların “kök salmasını” engellediğini; bunun da yer bağlılığı, ontolojik güvenlik ve aidiyet duygusunu zayıflattığını not ediyor. Bu durum, yalnızca bireysel trajediler değil; kentsel adalet ve sosyal politika eksikleri üzerine önemli bir toplum mühendisliği sorusu da taşıyor.

Son olarak, politika ve pratik boyutuna bakmak gerek. Araştırma, trans kadınların barınma hakkına erişimini kolaylaştıracak, ayrımcılığı azaltacak ve güvenli barınma imkânı sunacak düzenlemelerin acil olduğunu gösteriyor. Barınma politikaları, sadece kira-sübvansiyonu gibi ekonomik desteklerle sınırlı kalmamalı; kapsayıcı yurt düzenlemeleri, ayrımcılık karşıtı uygulamalar ve topluluk tabanlı konut modelleri (ör. trans kadınların mülkiyetini veya yönetimini destekleyen projeler) gündeme alınmalı. Çalışma, kalıcı mülke sahip olmanın trans kadınlar için sadece ekonomik değil aynı zamanda güvenlik ve mahremiyet talebi olduğunu açıkça ortaya koyuyor.

Evin kıyısında duranlar için göç, sadece bir yer değiştirme değil; yeniden kurulma, yeniden adlandırılma ve yeniden hak talep etme pratiğidir. İzmir örneğindeki bulgular, bu pratiğin hem bireysel stratejiler hem de yapısal kısıtlarla iç içe geçtiğini gösteriyor ve bize sormamız gereken soru açık: kentin duvarları kimler için güvenli, kimler için kapanan sınırlar haline geliyor? Çalışma, bu sorunun yanıtını hem alan araştırması verileriyle hem de yaşam öykülerinin kesitleriyle veriyor; şehrin adaletini sağlamak, en kırılganların yaşama mekânlarını güvenceye almakla başlar.

Son Söz Yerine: Uzun Söz Bir

2025, Türkiye’de “Aile Yılı” ilan edildi. Resmî söylemde aile, toplumun temeli; korunması, güçlendirilmesi gereken kutsal bir yapı olarak anlatılıyor. Ancak bu söylem, herkesin aynı aile deneyimine sahip olduğunu varsayıyor. İzmir’de trans kadınlarla yapılan araştırma ise aile ve ev kavramlarının bambaşka yüzlerini açığa çıkarıyor.

Tüm bu göstergeler doğrultusunda belirtmek gerekir ki aile evi baskının, şiddetin, görünmeyişin zirve yaptığı mekândır. “Makbul” ve “makul” ailenin baskısı ne yazık ki yapıcı değil, yıkıcı bir noktadandır. Öyleyse burada asıl soru şu olmalıdır: “İçine doğduğumuz ve aile denen şey, şiddetin ta kendisi değil midir?”. 

Ailesinin baskıları nedeniyle doğduğu evi terk etmeye sürüklenen trans kadınlardan, “makbul” ve “makul” bir kinliği inşa etmeleri istenirken, aynı zamanda “soluk”, “cansız”, “faydasız” ve zaman zaman “öldüren” o aileyi kabul etmeleri beklenmektedir. Çünkü sistem kendi istediğini yaratma bahasına insanların ölümünü kabul edecek kadar acizdir, işe yaramazdır. 

Aileden kopuş, sadece duygusal değil, mekânsal bir dönüşüm de yaratıyor. “Aile Yılı” gibi kampanyalar, çoğunlukla aile bağlarının korunmasını hedeflerken, bu bağların bazı kişiler için baskı, şiddet ve dışlama anlamına geldiğini göz ardı ediyor. Oysa tez verileri, göçün çoğu zaman bir “kaçış” ve “özgürleşme” hikâyesi olarak yaşandığını gösteriyor. Öyleyse trans kadınların, “aile” denen o “yozlaşmış” yapıya itaat etmeleri neden bekleniyor? Çünkü sistem üremeye, makbul ve makul olana zarar veren her şeyi bir katil güdüsüyle yok etmek üzere hareket ediyor. 

“Aile Yılı” politikaları gerçekten kapsayıcı olmak istiyorsa, yalnızca mevcut aileleri güçlendirmeyi değil, aile desteğinden mahrum kalan kişilerin barınma hakkını güvence altına almayı da hedeflemeli. Araştırma, kalıcı, güvenli ve ayrımcılıktan uzak konut politikalarının, trans kadınların hayatında aileden bağımsız yeni bir “yuva” inşa etmenin ön koşulu olduğunu ortaya koyuyor.

Çünkü aile, herkes için aynı anlama gelmiyor. Kimi için sevgi, dayanışma ve güven; kimi için baskı, zorbalık ve reddedilme. “Aile Yılı” söylemi, ancak bu farklılıkları tanıdığında ve dışlananların sesini duyduğunda gerçekten toplumun bütününü kapsayabilir.

Uzun Söz İki

Çocuğa söylenen şudur: Dışarısı karanlık, tehlikeli; içerisi aydınlık, emin. Ama bazı çocuklar, bu masalın çatlaklarından daha erken sızar dışarıya. Onlar bilir ki içerisi de karanlık olabilir; ev, yalnızca sığınak değil, bazen de daralan bir kafestir.

Her trans kadın, bir gün aynı eşiğe gelir: O yer artık “ev” değildir. Erken çocuklukta olduğu gibi keşfedilecek bir dış kalmamıştır; ne de dış dünyaya karşı korunacak bir iç. O an, belki de ilk kez evin kapısının, dışarıdan olduğu kadar içeriden de kilitlenebileceğini görürsünüz.

Bunu ne zaman fark ederiz? Evin sığınak olduğu kadar engel de olduğunu anladığımızda mı? Ailenin koruyucu olduğu kadar yaralayıcı da olabileceğini sezdiğimizde mi? Yoksa evin bize bir iç dünya verirken, aynı zamanda ağır bir iç sıkıntısını da armağan ettiğini fark ettiğimizde mi?

Bir trans kadın için ev, bazen sessizce konuşan duvarlar, bazen her bakışı sorgulayan gözlerdir. Evin içi güvenmiş gibi görünür, ama kimliğin görünmez kılınmak isteniyorsa, o güven, dışarının soğuğundan bile keskin bir yalnızlığa dönüşür. Ve bir gün, fark edersiniz: Eviniz, sizi korumak için değil, sizi saklamak için var.

O gün bavul toplanır. Yola çıkarsınız; ne dışarısı tamamen tehlikeli, ne içerisi tamamen güvenlidir artık. Evden ayrılış, hem kayıp hem kurtuluş olur. Ardınızda bıraktığınız dört duvar, size bir iç dünya bağışlamış; ama o dünyanın bedeli, içinize yerleşmiş sessiz bir ağırlıktır.

Belki de trans kadınların en iyi bildiği şey şudur: Ev, ne yalnızca içeride, ne yalnızca dışarıdadır. Gerçek ev, bir yer değil; kendini tüm çıplaklığıyla var edebildiğin, adını yüksek sesle söyleyebildiğin yerdir. Ve bazen o yer, hiç bilmediğin bir şehirde, yabancı bir pencereden baktığın ilk sabaha denk gelir.

Kaos GL dergisine abone olun

Bu yazı ilk olarak Kaos GL Dergisinin Toplumsal Cinsiyet Karşıtlığı-1 dosya konulu 204. sayısında yayınlanmıştır.

Abone olmak veya tek sayı satın almak için tıklayın.

*KaosGL.org Gökkuşağı Forumu’nda yayınlanan yazı ve çizimlerden yazarları ve çizerleri sorumludur. Yazının ya da çizginin KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki veya çizimlerdeki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.


Etiketler: yaşam, mülteci, nefret suçları, kent hakkı, barınma, aile, özel haber, araştırma, inceleme, yorum, trans
GDTM