11/12/2025 | Yazar: İlker Hepkaner

Sezen Aksu’nun vicdani pusulasının hâlâ sokakta, ofiste, evde mücadeleye devam edenlerinkine yakın bir yönü gösterdiğini görüyorum. Hepimizin olduğu gibi gün geçtikçe artan farkındalığı da şarkılarında kendini göstermekte.

Farkındalık ve vicdan arasında Paşa Gönül Şarkıları Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

Bir şeyleri değiştirmek için verdiğimiz mücadelenin özü farkındalığımızın kapsamı ve vicdanımızın pusulasıyla belirleniyor. Farkındalığımız her gün genişleme, yeni tanımları kucaklayıp düşüncelerimizi ve benliğimizi değiştirme potansiyeline sahip. Vicdan öyle değil, onun pusulası değişmiyor. Farkında olduğunuz her kötülük için vicdanın sorduğu tek bir soru var: bu kötülüğe karşı şu an elinden geleni yapıyor musun? Tarihse sizinle aynı pusulaya sahip tarihçiler yaptıklarınıza bakana kadar sizi pek kafasına takmıyor. Vicdanınızı dinleyip mücadelenin haklı ve insani tarafında durmanız, tarihi yazanların yaptıklarınızı olumlu bir ışıkla değerlendireceği garantisini size vermiyor. İnsan yine de mücadeleye devam ediyor, düşe kalka, öğrene öğrene, değişe değişe. Başkaları beni nasıl görecek diye değil, şu an kötülüğü yenmek için, günü geldiğinde ben elimden geleni yaptım diyebilmek için. 

Sezen Aksu son albümü Paşa Gönül Şarkıları’nı bence bu farkındalık ve vicdan dengesinde kendine tuttuğu yerden yapmış. Çoğunluk Aksu’yu yaşadığı aşkların fon müziği olan şarkılarla hatırlasa da, Sezen Aksu aslında toplumsal yaraları dert eden şarkıları yazma ve söyleme konusunda oldukça ısrarlı bir sanatçı. Paşa Gönül Şarkıları yarım asırdır sürdürdüğü bu ikili pratiğin son örneği. Bu albümdeki aşk şarkılarını herkes konuşuyor, onları incelemeyi henüz gerekli görmüyorum. Ama albümdeki toplumsal şarkıları incelemenin sanatçıların farkındalığı ve vicdanına dair bize bir şeyler anlatabileceğini düşünüyorum. Bu şarkılar bize neyin ne kadar farkında olduğumuzu ve vicdanımızın bunları nasıl değerlendirdiğini soruyor. Ayrıca bu şarkılara baktığımızda hem Sezen Aksu’nun geldiği yeri, hem de içinde yaşadığımız toplumun ahvalini anlamamız biraz daha kolaylaşıyor.

Biraz tarih, biraz Sezen

Sezen Aksu’nun toplumsal konulara dair yazdığı ve söylediği şarkıların köklü bir geçmişi var. Kariyerinin iyice yükseldiği 1980’lerde BİNDOKUZYÜZKIRKBEŞ (1984), Ünzile (1986), Son Bakış ve Zor Yıllar (1989) gibi şarkılarda hem ülkedeki hem de dünyadaki sorunlara dair bir şeyler söylemişti. Türkçe pop müziği yeniden yarattığı 1990’ların başında en büyük hitlerinden biri yine apolitiklikten dert yanan Hadi Bakalım olmuştu. Aynı dönem Sivas Katliamı’na veya darbe dönemi izi devlet tarafından kaybettirilen çocuklarını arayan Cumartesi İnsanlarının acılarına tanık olmanın hissettirdiklerini  Dua ve Cumartesi Türküsü gibi şarkılarla seslendirmişti. Bunlara ek olarak, başkalarına verdiği Çalkala, Yaşasın Kötülük ve Aldatıldık gibi şarkılarla 90’larda yaşanan hızlı yozlaşmaya ayak uyduramayanların sesi olmuştu. Aksu 2000’lerde bu duygusal ve fikri evrenlerde doğan şarkıları yazmaya ve söylemeye devam etti, mesela Çakkıdı, ki büyük ihtimalle sanatçının yazdığı son megahittir, melodisindeki tüm neşeye rağmen aslında etrafta olan biteni anlamlandıramamaya dair bir şarkıydı. 2010’larda şarkı üretimi diğer onyıllara göre hız kesse de Ayar veya Ey Benim Çocukluğum gibi şarkılarda düzene isyanını dillendirmeye devam etti.

Son kırk yılın şarkılarına yayılan bu başkaldırıya rağmen Sezen Aksu’nun toplumsal konularda mükemmel bir sicile sahip olduğunu söylemek hayranlıktan göze perde inmesinin bir örneği olacaktır. Oldukça eleştirilen ya da bugünden bakıldığında bize biraz talihsiz ve hatta garip gelen kimi siyasal duruşlarını ve şarkılarını hatırlamadan geçmemek lazım. 2010’da ülkenin dümenini karanlık bir evreye kıracağı apaçık belli olan anayasa değişikliğine evet demiş olması pek çok hayranını ve dinleyenini ondan uzaklaştırmıştı mesela. Bu anayasa değişikliği sonrası ülkenin savrulduğu karanlık ve isyankar dönemde hayatlarını ve kariyerlerini tehlikeye atarak ses çıkaranların arzu ettiğinden çok daha sessiz kalması Sezen Aksu’nun eskisi kadar çok sevilmediği bir dönem başlattığını söyleyebilirim.

Bir de yıllar önce yazdığı ama bugün incelendiğinde sorunlu olarak değerlendirebileceğimiz malum şarkılar var. Bu şarkı sözlerinin toplumsal dertlerimizi körükleyebildiğinii farklı mecralarda daha önce anlatmıştım. Mesela Her Şeyi Yak’ın ne kadar divan edebiyatından gelen bir imge geleneğini takip etse de kadın cinayetlerinin sürekli arttığı bu günlerde hiçbirimize iyi gelmediğini hatırlatmam gerekir. “İster öp okşa, istersen öldür” sözleri yasaların ve kurumların kadınları korumadığı bugünlerde o kadar da içten söylenebilecek sözler değil. Derginin bu sayısının teması olan olan cinsiyet konusunda da özellikle bağlamından koparıldığında zorbalama gibi duyulan Seni Yerler’i unutmayalım. Hayran olunan birisine günümüzde “delikanlı mısın kız mısın, anlayalım artık hop usta, sen başımıza bela mısın?” diye sormak cinsiyetin akışkanlığının tarihsel ve güncel gerçekliğiyle uyuşmuyor. Ama insan yine de şükrediyor, neyse ki diğer çocukluk idollerimiz gibi TERF veya Hitler sempatizanı olmadı Sezen Aksu.

Sanatçının kariyerindeki bu nahoş örneklere rağmen ben özellikle yaptığı son işlere baktığıma Sezen Aksu’nun vicdani pusulasının hâlâ sokakta, ofiste, evde mücadeleye devam edenlerinkine yakın bir yönü gösterdiğini görüyorum. Hepimizin olduğu gibi gün geçtikçe artan farkındalığı da şarkılarında kendini göstermekte.

Paşa Gönül aslında dertlerle dolu

Son albümünde Sezen Aksu’nun düzene doğrudan isyan ettiği üç şarkı var. Albümü açan “Linç” özellikle çocukların ve gençlerin haksız yere ölüme, dışlanmaya, korumasızlığa ve suçluluğa mahkum edilmesine şu sözlerle başkaldırıyor:  “Ne çocuklar gördüm, büyümediler hiç / Nefesleri çığlık, duyulmadılar hiç / Çocuklar suçtu, her biri pislik, piç / Bi' önemleri yoktu / Büyükleri çoktu, çoktu.” Bu sözler şüphesiz akla hemen Gazze’deki soykırımı getiriyor. İsrail Gazze’deki soykırım başladığından beri 18,000 çocuğu öldürmüş, yani günde beş çocuğu hayattan koparmış İsrail. Ancak çocukların büyüklerin açgözlülüğü yüzünden ölüme yollanması bu topraklar için de yabancı bir konu değil ne yazık ki. Ülkeyi yönetenler 2024 yazı ortaya çıkan Yenidoğan Çetesi’nin yaptıkları bize birbirinden suni gündem maddeleriyle unutturmaya çalışsa da, hâlâ herhangi bir hastanenin kapısından adımımızı attığımızda veya bir tanıdığımız doğum yaptığında para uğruna hayattan koparılan bebekleri büyük bir hüzünle hatırlıyoruz. Çocukları korumaktan, dinlemekten ve anlamaktan aciz büyüklerin verdikleri kararlara karşı isyan eden şarkı “Bu son olsun” ümidiyle devam ediyor. Sezen Aksu’ya katılmamak elde değil, ancak dünyanın geldiği noktada umutlu kalmak zor zanaat.

Albümdeki diğer toplumsal şarkılarda bu umutsuzluğun izlerini bulmak mümkün. “Doğrucu”da “Linç”e göre daha yerel bir ton var diyebilirim, zira şarkının en can alıcı yerlerinden birinde Aksu şöyle diyor: “Çaldım açan yok kapıları / Bozulmuş buraları / Bir durup bakmak lazım / Belli, haklı olmak uğruna / Unuttuk manaları / Bize bi' doğrucu lazım.” Yaşadığın yerin ahval ve şeraitinin git gide kötüye gittiğini fark etmek, kapıları yine de bir umutla çalıp yanıt alamamak, olanları olduğu gibi görüp insanların hayatını iyiye doğru değiştirmek isteyen yeni bir yönetime ihtiyaç duymak toplumun çoğu kesiminde özellikle 2025 yılının Mart ayından beri hissedilmekte. Ama biz LGBTİ+’lar olarak elbette daha farklı bir deneyim yaşıyoruz. Son on yıldır hem söylemiyle hem de hukuki çerçevesiyle özellikle Doğu Avrupa ve Rusya’dan ithal edilen LGBTİ+ karşıtlığıyla mücadele etmek zorundayız. Bu durum özgürce Onur Yürüyüşleri düzenleyebilmiş ve bunlara katılmış bir kuşak için büyük bir gerileme hissi yaratırken, bu özgürlüğü geçmişin bir parçası olarak öğrenmiş ama asla tatmamış bir sonraki kuşağın üzerinde karanlık bir umutsuzluk bulutu haline geliyor. Üstüne üstlük anayasal haklarımızı kullandığımız herhangi bir toplumsal eylemde hukuksuzca gözaltına alınıyor, tutuklanıyor ve işkence görüyor oluşumuz yaşadığımız çöküşü herkesin gözleri önüne seriyor. Bir Sezen Aksu şarkısı mücadelemize ne kadar doğrudan yardımcı olur, bilemiyorum. Ama belki bu şarkıları öylesine dinleyen insanlarda çalınan kapılarını açma, haklarını ve özgürlüklerini savunanlara destek verme iradesi oluşur. Sonuçta “bir kedim bile yok” dediğinde Aksu’ya bir sürü kedi göndermiş bir dinleyici kitlesinden bahsediyorum.

Albümün bir diğer toplumsal şarkısı “Yaygara.” Bu şarkıda etrafına bakıp “Amanın kıyamet mi bu?” diye soran Sezen Aksu kişisel git gellerini bizlerle şu sözlerde paylaşıyor: “Atayım mı diyorum, kendimi / Yedinci kattan atayım mı? / Sıkayım da bi' yancının topuğuna / Aslanlar gibi yatayım mı?” Türkiye olarak yıllardır bir çıkmazın içindeyiz. Bir taraf, sayıları git gide azalsa da, iktidarın kollaması ve onun kontrol ettiği devletin kaynaklarıyla harika hayatlar yaşıyor. Öbür tarafta çok daha büyük bir kitle ekonomik, siyasal, hukuki, toplumsal dertlerin her geçen gün daha da büyümesine karşı isyan etmeye kalktığında ülkenin meydanlarında onları dinleyen bir yetkili yerine su (tazyikli), gaz (biberli olan) ve coplarla karşı karşıya kalıyor. Küçük bir azınlık çok mutlu, çeşitli bir kalabalık ise şiddetten başını kaldıramıyor. Bu resmin sürdürülebilir olmadığı aşikar, ancak yancılara karşı verilen tekil mücadeleler bu yaygarayı yönsüz ve etkisiz hale getiriyor. Sezen Aksu şarkılarının toplumsal dertleri dile getirmesini olumlu bulsam da daha çok bireysel çözümler önerdiğini düşünmeden edemiyorum. Belki bu şarkılar vicdanımızın pusulası kötüye kayar gibi olduğunda bizleri doğruya yöneltme konusunda yardımcı olabilir, ancak köklü çözümler tekil şarkılarla farkındalığımızı artırmaktan çok organize, örgütlü ve dayanışmacı mücadelelerden geçiyor. Umuyorum ki Sezen Aksu bir gün bu mücadelelere açıktan destek veren yeni adımlar atar.

Sonuç

Çok sevdiğinizi birisini eleştirmek aslında çok kolay. Zamanında size verdiği destek sizde bir beklenti oluşturuyor. Fakat sonra bu beklenti farklı şekillerde hayalkırıklığı yaratabiliyor. Sezen Aksu söz konusu olunca “Aşk acımda elimden tuttu, sokakta da yanımda dursa ya” diye düşünürken buluyor insan kendisini. Tüm kariyerini düşündüğümde Sezen Aksu çeşitli sorunlarda kendince elinden geleni şarkıları vasıtasıyla yaptı. Ancak şu an büyük bir çaresizlik içinde daha kötü günlere sürükleniyor gibi hissederken, sorunları sadece dile getirmenin yetmeyeceği bir döneme girmiş olabiliriz. Sadece kültür eleştirmeni şapkamla düşündüğümde Sezen Aksu’nun yaptıkları hâlâ akranları ve onla eş tutulan diğer insanın yaptıklarından fersah fersah fazla olduğunu görüyorum. Ama hakkını bazen eylemlerle ve yürüyüşlerle ve daha çok kalemiyle arayan bir lubunya olarak biraz daha fazlasını, biraz daha etkilisini aramıyor değilim. Aksu’nun vicdan pusulası 40 yıldır doğru yönü gösteriyor, umarım farkındalığı da bu yönde artmaya devam eder. Zira herkesin değerlerini çarşı pazarda sattığı bu dönemden çıkmamız hiç de kolay olmayacak ve şarkılardan fazlasına ihtiyacımız olacak. Paşa gönlümüz istese de, istemese de. 

Kaos GL dergisine abone olun

Bu yazı ilk olarak Kaos GL Dergisinin Toplumsal Cinsiyet Karşıtlığı-1 dosya konulu 204. sayısında yayınlanmıştır.

Abone olmak veya tek sayı satın almak için tıklayın.

*KaosGL.org Gökkuşağı Forumu’nda yayınlanan yazı ve çizimlerden yazarları ve çizerleri sorumludur. Yazının ya da çizginin KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki veya çizimlerdeki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.


Etiketler: insan hakları, kadın, medya, kültür sanat, yaşam, gençlik
GDTM