04/12/2025 | Yazar: Lilith
LGBTİ+’ların görünür olduğu her yerde, toplumsal cinsiyet karşıtlığı yükseliyor. Çünkü onların varoluşu, tek sesli, tek kimlikli, tek cinsiyetli bir dünya tahayyülünü tehdit ediyor. Ama bu tehdit, bir yıkım değil; bir davettir. Daha özgür, daha eşit, daha hakiki bir dünya için yapılan çağrıdır.
“Kadın doğulmaz, kadın olunur,” der Simone de Beauvoir. Bu kısa cümle, asırlardır erkek egemen toplumlar tarafından doğallaştırılan bir toplumsal inşayı paramparça eder. Toplumsal cinsiyet, doğaya değil, kültüre; biyolojiye değil, ideolojiye aittir. Bu yüzden toplumsal cinsiyete karşıtlık yalnızca bir düşünce değildir, aynı zamanda bir toplumu biçimlendirme arzusudur.
Son yıllarda dünyada ve Türkiye’de artan toplumsal cinsiyet karşıtı söylem ve eylemler, sadece bir muhafazakârlık dalgası değil, aynı zamanda bir ideolojik karşı devrimdir. Bu karşı devrim, geçmişin 'doğal' olarak gördüğü cinsiyet rollerini yeniden kutsallaştırmakta, kadınları yeniden eve hapsetmekte, LGBTİ+’ların varoluşunu ise tehdit olarak etiketlemektedir. Bu yazı, toplumsal cinsiyet karşıtlığının tarihsel, sosyolojik, ideolojik ve astrolojik köklerini araştırırken; bu karanlık gericiliğe karşı düşünsel bir direniş öneriyor.
Toplumsal cinsiyet, Butler’ın belirttiği gibi bir performanstır. Bu performansın sınırlarını belirleyen şey biyolojik cinsiyet değil, kültürel normlardır. Foucault’ya göre ise beden, iktidarın en temel kontrol alanıdır. Modern toplumlar, bedenler üzerinde disiplin uygular, arzu ve kimlikler üzerinde baskı kurar. Bugün kadınların kürtaj hakkına saldırılması, LGBTİ+’ların sapkınlıkla etiketlenmesi, çocuklara cinsel eğitim verilmesinin engellenmesi hep bu beden siyasetiyle ilgilidir.
Toplumlar, kriz zamanlarında, kontrol edemedikleri duyguları dışsallaştırmak için bir günah keçisi arar. Bu tarihsel döngü, Antik Yunan’daki “pharmakos” uygulamalarından bugüne dek süregelir. Birini dışlayarak toplumsal bütünlüğü sağlamaya çalışmak, iktidarın en kadim araçlarından biridir. Bugün LGBTI+’ların, feministlerin ve toplumsal cinsiyet eşitliği savunucularının “sapkın”, “doğaya aykırı” ya da “ahlak bozucu” ilan edilmesi tam da bu dışlama pratiğinin modern yansımasıdır. Michel Foucault’nun “biyopolitika” kavramı burada hayati bir rol oynar. Devlet, artık sadece vatandaşlarının sınırlarını değil, bedenlerini, arzularını, cinselliklerini de denetlemek istemektedir. Beden bir alan değil, bir cephe haline gelir. Cinsellik, artık yalnızca özel değil; kamusal ve politik bir meseledir.
Toplumsal cinsiyet karşıtlığı, yalnızca bir ‘kültürel muhafazakârlık’ değil; aynı zamanda bir siyasal hegemonya kurma çabasıdır. Pierre Bourdieu’nün “simgesel şiddet” kavramıyla açıklanabilecek bu durum, bireyin rızasını üreterek ona baskı uygular. Kadınlara “iyi anne ol”, erkeklere “güçlü ol”, eşcinsellere ise “görünmez ol” diyen sistem, bu rollerin dışına çıkan herkesi sapkınlıkla suçlar. Oysa sapkın olan arzular değil, arzuların susturulmasıdır.
Türkiye’de bu ideolojik yeniden üretim süreci, 1980 darbesi sonrası aile, din ve millet etrafında yeniden örülmüş; neoliberalizmle el ele vererek bedenlerin ve arzuların piyasaya uygun hale getirilmesini amaçlamıştır. Bugün ise bu söylem, yalnızca politikacılardan değil, medya figürlerinden, cemaat liderlerinden, sokaktaki insandan da beslenmektedir. Adorno’nun ifadesiyle, “otoriter karakter yapısı”, kendisinden zayıf olanı hedef alarak kendi aidiyetini tahkim eder.
Bu baskının tarihsel arka planı ise oldukça tanıdıktır. 15. ve 16. yüzyılda Avrupa’da binlerce kadın “cadı” olduğu gerekçesiyle yakılarak katledildi. Aslında bunların büyük çoğunluğu ebelerdi, bitki bilgisine sahip şifacılardı ya da erkek egemenliğine direnen yalnız kadınlardı. Silvia Federici’nin Caliban ve Cadı adlı eserinde belirttiği gibi, cadı avları kapitalist patriyarkanın yükselişiyle doğrudan bağlantılıdır. Bugün de benzer bir süreç yaşanıyor. Kadınlar, translar, queer varlıklar kendi bedenleri ve arzuları üzerinde söz sahibi olmaya başladıkça, mevcut iktidar ilişkileri sarsılıyor. Ve bu sarsıntı, “çocukları koruyoruz”, “aileyi koruyoruz”, “ahlakı savunuyoruz” gibi söylemlerle maskeleniyor.
Oysa bu maskelerin ardında korku var: Özgürleşmiş bir bedenin, özerk bir arzunun, çoğul bir kimliğin yaratacağı devrimsel dönüşümden duyulan korku. Bu korku, gökyüzüne de yansır. Uranüs’ün Boğa burcundaki transiti tam da bu çatışmayı simgeler: sabit değerlere karşı bireysel özgürlük. Pluto’nun Kova’ya geçişi ise kolektif yapıların, normların ve sistemlerin yeniden doğuşunu işaret eder. Bu dönemde eski düzenler yıkılacak, bastırılan hakikatler yüzeye çıkacaktır. Astrolojik olarak Lilith, bu bastırılmış hakikatin sembolüdür. Haritada bulunduğu alan, bastırılan bilgi, arzular ya da varoluş formlarını gösterir. Bugün queer kimlikler Lilith’tir; bastırılmış, dışlanmış, ama aynı zamanda dönüştürücü.
Medya, bu bastırma ve yeniden üretim döngüsünün en aktif aktörüdür. LGBTİ+ karşıtlığı, ana akım medyada sistematik olarak yeniden üretilmekte; sosyal medya algoritmalarıyla yayılmakta; ahlak muhafızlığı yapan fenomenler aracılığıyla meşrulaştırılmaktadır. Türkiye’de gündüz kuşağı programlarında, okul müfredatlarında ya da üniversite panellerinde bile “toplumun huzuru” adı altında linç ve yok sayma normalleştirilmektedir. Ama bu görünmezliğin bedelini görünür olanlar ödüyor.
LGBTİ+’ların görünür olduğu her yerde, toplumsal cinsiyet karşıtlığı yükseliyor. Çünkü onların varoluşu, tek sesli, tek kimlikli, tek cinsiyetli bir dünya tahayyülünü tehdit ediyor. Ama bu tehdit, bir yıkım değil; bir davettir. Daha özgür, daha eşit, daha hakiki bir dünya için yapılan çağrıdır.
Eşitlik, bir tercihten fazlasıdır. Bu bir insanlık meselesidir. Bugün özgürlük isteyenlerin sesleri bastırılıyor olabilir; ama tarih bize gösterdi ki bastırılan her hakikat, bir gün yankılanır. Tıpkı cadıların külleri gibi, queer varlıklar da bir gün gökyüzünü yeniden boyayacak.
Kaos GL dergisine abone olun
Bu yazı ilk olarak Kaos GL Dergisinin Toplumsal Cinsiyet Karşıtlığı-1 dosya konulu 204. sayısında yayınlanmıştır.
Abone olmak veya tek sayı satın almak için tıklayın.
*KaosGL.org Gökkuşağı Forumu’nda yayınlanan yazı ve çizimlerden yazarları ve çizerleri sorumludur. Yazının ya da çizginin KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki veya çizimlerdeki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.
Etiketler: kadın, yaşam, aile, siyaset, cinsellik, tarihimizden, özel haber, araştırma, inceleme, yorum, heteroseksizm, trans, ikili cinsiyet sistemi, lgbti, eşcinsellik, lezbiyen, gey, biseksüel, interseks
