11/12/2025 | Yazar: Ceren Avşar
Şimdi o genç kıza şunu söylemek istiyorum: Hayır, sen bozuk değilsin. Ve bunu kendime de söylüyorum: Sen bozuk değilsin. Sadece nöroçeşitlisin.
“Baba, ben bozuk muyum?”
DEHB'li olduğu söylenmiş bir genç kızın babasına sorduğu bu soru, duyduğum günden beri zihnimde çınlıyor çünkü o soruyu ben de yıllarca içimden tekrarladım: Ben bozuk muyum?
Bu soru, yalnızca bir çocuğun çaresizliğini değil, toplumun bazı bedenleri ve zihinleri dışarıda bırakan düzeninin yankısını da taşıyor.
Çocukluğuma dönüyorum. Yaşım yedi ya da sekiz. Öğretmenim ismimi söyleyip beni tahtaya çağırıyor; ben arkamı dönmüş halde başka bir dünyadayım. “Kızım, neden arkadaşınla konuşuyorsun dersin ortasında?” diye soruyor.
“Çünkü susmak benim için çok zor, uzun süre oturmak, dakikalarca odaklanmak, hayallere dalmadan dersi dinlemek...” demek istedim ama yaşım küçücük olduğundan diyemedim.
Öğretmenim tek ayak cezası veriyor. Tek ayak üstünde dakikalarca tahta önünde beklerken sınıfa bakıyorum; herkes ne güzel yerinde, düzenli, sessiz.
O an içime ilk kez bir şüphe düşüyor:
Galiba bir sorun var. Galiba ben bozuğum.
Teneffüs olunca koşmaya başlıyorum; enerjim bedenime sığmıyor. Uzun eşek oynayan erkekler beni almıyor çünkü “kızım”. Ben de kendi eksenimde dönüp duruyorum; sanki bir paratonerim ve bütün dünyanın enerjisini ben çekiyorum. Enerjim hiç bitmiyor.
“Çoğunluktan biri olma” oyunu…
Ben büyüdükçe okuldan eve gelen şikâyetler de büyüyor.Lisede bir öğretmenimin anneme, “Kızınıza giydiği forma yakışmıyor,” demesini hâlâ unutmuyorum. O cümlenin yalnızca bedenimi değil, varoluşumu hedef aldığını hissettiğimi hatırlıyorum.
Eğitim sisteminden yavaşça uzaklaşırken içimden hep şu cümle geçiyor:
“Bu sistem bana göre değil.”
Ama neden olmadığını bilmiyorum. O yüzden rol yapmaya başlıyorum:
“Çoğunluktan biri olma” oyunu…
Sonradan bunun adının maskeleme olduğunu öğreniyorum. Kendi doğamı bastırdıkça dürtüsellikler taşmaya başlıyor. Aşırı alışveriş, çok sigara, kontrolsüz davranışlar, içki, enerji patlamaları ve anlık çöküşler…
Ergenlik bitince yakın çevrem, artık “bir şey yapılması” gerektiğine karar verip beni psikiyatriste götürüyor, bana bir teşhis konuyor.
Yıllarca bu teşhisin gölgesinde yaşıyorum. Bir türlü işe yaramayan ilaçlar, sürekli değişen tedaviler, hastane yatışları, alınan kilolar, bitmeyen terapiler, düzelmeyen dikkat, daha da artan dürtüsellikler…
İçimde hep aynı cümle var:
“Bu benden değil; burada başka bir yanlışlık var.”
Kırk yaşımda, yıllarca süren suçluluk ve çaresizlikten sonra bir eğitim araştırma hastanesine gidip kendimi kliniğe atıyorum çünkü hâlâ aynı soruyu taşıyorum:
Ben bozuk muyum?
Ve öğreniyorum ki, evet, büyük bir yanlışlık var ama benden kaynaklanan bir yanlışlık değil.
Yıllarca adım gibi taşıdığım teşhis yanlışmış. Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğum varmış.
DEHB birçok hastalıkla çok karıştırılıyor; bende de karışmış.
Elbette herkesin hikâyesi farklı ve biricik, ben sadece kendi sürecimi anlatıyorum.
İlaçlarım yavaşça kesiliyor, terapötik süreç başlıyor. Zamanla Dürtüsellikler yerini gerçek duygulara bırakıyor.
Zihnim sanki yıllarca üstü örtülmüş bir yerden gün ışığına çıkıyor.
Kırkımda yeniden doğduğumu hissediyorum.
Hem toplumsal cinsiyet normlarına uyma baskısı, hem de nöroçeşitliliği gizleme çabası
Bu yaşadıklarım yalnızca kişisel bir hikâye değil; aynı zamanda DEHB’in, özellikle kadınlar ve cis het olmayanlar için nasıl görünmezleştirildiğinin de örneği.
Bizden hep “uyumlu” olmamız bekleniyor:
Düzgün otur. Sessiz ol. Çok konuşma. “Fazla” olma.
Peki neyin fazla olduğuna kim karar veriyor?
1990’ların sonuna kadar DEHB araştırmalarına kadınlar dahil edilmemiş.
Bilimsel bilgi, tek bir erkek çocuk profiline göre şekillenmiş: hareketli, yaramaz, dikkati dağınık.
Bu yüzden kız çocukları ve cis het olmayanlar, davranışlarını toplumun normlarına göre düzenleyerek görünmezleşiyor.
Maskeleme tam da burada ortaya çıkıyor bence:
Toplum tarafından makbul görülmek için kişinin kendi doğasını sürekli bastırması.
Cis het olmayanlarda bu, çoğu zaman çifte maskeye dönüşüyor:
Hem toplumsal cinsiyet normlarına uyma baskısı, hem de nöroçeşitliliği gizleme çabası. Bu durum kronik yorgunluk, kimlik dağılması ve benlikten kopma hissini derinleştiriyor, bende olduğu gibi.
Nöroçeşitlilik, kadınlar ve cis het olmayanlar için yalnızca nörogelişimsel bir durum değil, aynı zamanda bir direnç alanı.
Toplum bizim “fazla” olmamızı istemedi ama biz yine de fazla olduk:
Fazla düşündük, fazla hissettik, fazla konuştuk, fazla var olduk.
Nöroçeşitliliğin geç fark edilmesi, sistemli bir körlüğün sonucu.
Bu körlüğü kırmak, nöroçeşitliliği bir “bozukluk” değil bir varoluş biçimi olarak kabul etmekle mümkün.
Şimdi o genç kıza şunu söylemek istiyorum:
Hayır, sen bozuk değilsin.
Ve bunu kendime de söylüyorum:
Sen bozuk değilsin. Sadece nöroçeşitlisin. Ve sistem senin için inşa edilmedi diye suçlusu sen değilsin.
*KaosGL.org Gökkuşağı Forumu’nda yayınlanan yazı ve çizimlerden yazarları ve çizerleri sorumludur. Yazının ya da çizginin KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki veya çizimlerdeki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.
Etiketler: insan hakları, kadın, yaşam, trans, lgbti, lezbiyen, gey, biseksüel, interseks
