01/09/2025 | Yazar: Kaos GL

Dernek, açıklamasında “Barış bir insan hakkıdır” diyerek, barış sürecini önemsediklerini söyledi; İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmeyi ve LGBTİ+ yönelik nefreti hatırlattı.

İHD’den Barış Günü mesajı: “LGBTİ+ mücadelesine yönelik nefret dilinin yoğunlaştırılması son derece kaygı verici” Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

İnsan Hakları Derneği, 1 Eylül Dünya Barış günü için açıklama yayınladı. Dernek açıklamasında “Barış bir insan hakkıdır” dedi.

Dernek, dünyanın birçok yerinde bölgesel ve yerel savaşlar ile çatışmaların devam ettiğini hatırlatarak şu ifadeleri kullandı:

“Özellikle İsrail’in Filistin’e yönelik uyguladığı şiddet politikaları dünya gündemini oluşturmaktadır. Bunun dışında Rusya’nın Ukrayna işgali ve Sudan, Myanmar, Burkina Faso, Mali ve Libya’da süren çatışmalı ortamlar binlerce sivilin ölümüne neden olmakta ve başta yaşam hakkı ihlali olmak üzere birçok hak ihlalini doğurmaktadır. Dünya egemenlerinin emperyal ve çözümsüzlüğü temel alan politikaları tüm dünyada savaşların ve çatışma ortamlarının devam etmesinin en büyük nedenidir.”

“Kürt meselesinin şiddetsiz yollardan çözümüne yol açmak, barış umudunun yükselmesi demektir”

Türkiye’de Kürt meselesi için atılan adımların önemli olduğunu vurgulayan açıklamada şöyle denildi:

“Türkiye Cumhuriyeti Devleti, kuruluşundan itibaren Kürt meselesinde çözümsüzlük politikalarını resmi bir hale getirmiştir. Bu politika her türlü hak talebini şiddetle bastırmak üzerine inşa edilmiştir. Türkiye’de birçok defa Kürt meselesinin demokratik yollarla çözülmesi amacıyla barış girişimleri olmuştur. Günümüzde de barış süreci olarak adlandırılan ve PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın çağrısı ile Kürt hareketinin silahsız, şiddetsiz yollardan Kürt meselesinin çözülmesi yönünde attığı adımlar biz insan hakları savunucuları açısından da son derece önemli görülmektedir. Silahların yakılması, Kürt meselesinin şiddetsiz yollardan çözümüne yol açmak, barış umudunun yükselmesi demektir. Bu nedenle de insan hakları savunucuları olarak bu süreci ne kadar önemsediğimizi belirtmek istiyoruz.Bu sürecin başlamasında Suriye özellikle Rojava’daki gelişmelerin son derece etkili olduğunu herkes gibi bizler de biliyoruz.” 

“LGBTİ+ mücadelesine yönelik nefret dilinin yoğunlaşması kaygı verici”

Açıklamada LGBTİ+’lara yönelik nefretin kaygı verici olduğuna ve ifade özgürlüğü konusunda engeller olduğuna da dikkat çekildi:

“1 Eylül vesilesi ile bir kez daha hatırlatmak istiyoruz ki yaşadığımız coğrafyada ifade ve örgütlenme özgürlüğü önündeki engeller hala devam etmektedir. İnsanlar düşünceleri nedeniyle gözaltına alınmakta, tutuklanmakta ve uzun yıllar süren hapis cezalarına mahkûm edilmektedirler. Bugün birçok siyasi mahpus sadece düşünceleri nedeniyle hapishanededir. Ayrıca hapishanelerde geçmişten bu yana kronik hale gelmiş sorunlardan biri de hasta mahpusların tahliyeleri önündeki engellemelerdir. Türkiye Cumhuriyeti devleti ne yazık ki hasta mahpusların sağlık durumlarını tamamen resmi bilirkişi olan Adli Tıp Kurumu’nun Tıp etiğine aykırı olan kararlarına bırakmış ve bu nedenle de birçok hasta mahpus hapishanede çok zor koşullarda yaşamaya devam etmekte ve maalesef bazıları hapishanede yaşamını yitirmektedir. Yine Avrupa Konseyi İstanbul Sözleşmesi’nden imza çekilmesi özellikle LGBTİ+lara mücadelesine yönelik nefret dilinin yoğunlaştırılması da son derece kaygı vericidir.”

Açıklamanın tamamı şöyle:

Almanya’nın Polonya’yı işgal ettiği ve 2. Dünya Savaşı’nın başladığı tarih olan 1 Eylül, savaşa karşı olan milyonlarca insan tarafından Dünya Barış Günü olarak kutlanmaktadır.

Birleşmiş Milletler 19 Aralık 2016 tarihinde Barış Hakkı Bildirisini kabul etmiş ve bu bildiriyi ilan ederken de barış hakkının bir insan hakkı olduğunu tüm üye devletlere hatırlatmıştır. Yine Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi de 22 Haziran 2017 tarihinde verdiği kararla barış hakkının tüm üye ülkeler tarafından desteklenmesi gerektiğinin altını çizmiştir.

2025 yılında bir kez daha Dünya Barış Günü’nü kutladığımız bugünde dünyanın birçok yerinde bölgesel ve yerel savaşlar ile çatışmalar devam etmektedir. Özellikle İsrail’in Filistin’e yönelik uyguladığı şiddet politikaları dünya gündemini oluşturmaktadır. Bunun dışında Rusya’nın Ukrayna işgali ve Sudan, Myanmar, Burkina Faso, Mali ve Libya’da süren çatışmalı ortamlar binlerce sivilin ölümüne neden olmakta ve başta yaşam hakkı ihlali olmak üzere birçok hak ihlalini doğurmaktadır. Dünya egemenlerinin emperyal ve çözümsüzlüğü temel alan politikaları tüm dünyada savaşların ve çatışma ortamlarının devam etmesinin en büyük nedenidir.

İsrail’in Filistin’e yönelik uyguladığı şiddet politikası, uluslararası sözleşmelerin ihlali anlamına gelmektedir. Ayrıca İsrail, Gazze’ye yönelik saldırılarını sürdürürken gıda yardımını da engelleyerek insanların açlıktan ölmesine neden olmaktadır. Özellikle gıda yardımının engellenmesi ile sürekli olarak Gazze’ye gerçekleştirilen saldırılarda birçok çocuk yaşamını yitirmektedir. Bu durum insan hakları savunucuları açısından kabul edilemez bir durumdur. Birçok devletin İsrail’in bu şiddet politikalarına karşı sessizliği de kabul edilebilir nitelikte değildir.

Yaşadığımız coğrafyada da yıllardır devletin Kürt meselesine güvenlikçi politikalar ile yaklaşması birçok acıya ve kayba neden olmuştur. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, kuruluşundan itibaren Kürt meselesinde çözümsüzlük politikalarını resmi bir hale getirmiştir. Bu politika her türlü hak talebini şiddetle bastırmak üzerine inşa edilmiştir. Türkiye’de birçok defa Kürt meselesinin demokratik yollarla çözülmesi amacıyla barış girişimleri olmuştur. Günümüzde de barış süreci olarak adlandırılan ve PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın çağrısı ile Kürt hareketinin silahsız, şiddetsiz yollardan Kürt meselesinin çözülmesi yönünde attığı adımlar biz insan hakları savunucuları açısından da son derece önemli görülmektedir. Silahların yakılması, Kürt meselesinin şiddetsiz yollardan çözümüne yol açmak, barış umudunun yükselmesi demektir. Bu nedenle de insan hakları savunucuları olarak bu süreci ne kadar önemsediğimizi belirtmek istiyoruz.

Bu sürecin başlamasında Suriye özellikle Rojava’daki gelişmelerin son derece etkili olduğunu herkes gibi bizler de biliyoruz. Türkiye Cumhuriyeti devletinin barış sürecini gerçekten başarıya ulaştırmak için Rojava’da ve Suriye’nin genelinde yaşayan tüm halkların gönüllü birliği temelindeki bir politikayı desteklemesi gerektiğini düşünüyoruz. Sürekli bir tehdit dilinin barış sürecinin önündeki en büyük engel olduğunu düşünüyoruz.

Barış süreci kapsamında mecliste kurulan komisyonun çalışmalara başlaması ve bir takım yasa değişikliklerinin gündemde olması tabii ki önemlidir. Kürt Meselesinin demokratik ve barışçıl yollardan çözülmesi ve şiddetin sona erdirilmesi amacıyla kurulan komisyonun Barış Annelerini dinlediği oturumda Kürtçe konuşulmasını engellemesi önemli bir eksikliktir. Ayrıca komisyonun çatışmanın tüm taraflarını eksiksiz dinlemesi gerektiğini bir kez daha hatırlatıyoruz. Birleşmiş Milletler tarafından kabul edilmiş olan, Silahsızlanma ve Geçiş Dönemi Adaleti ilkelerine uygun mekanizmaların ivedilikle kurulması gerekmektedir.

1 Eylül vesilesi ile bir kez daha hatırlatmak istiyoruz ki yaşadığımız coğrafyada ifade ve örgütlenme özgürlüğü önündeki engeller hala devam etmektedir. İnsanlar düşünceleri nedeniyle gözaltına alınmakta, tutuklanmakta ve uzun yıllar süren hapis cezalarına mahkûm edilmektedirler. Bugün birçok siyasi mahpus sadece düşünceleri nedeniyle hapishanededir. Ayrıca hapishanelerde geçmişten bu yana kronik hale gelmiş sorunlardan biri de hasta mahpusların tahliyeleri önündeki engellemelerdir. Türkiye Cumhuriyeti devleti ne yazık ki hasta mahpusların sağlık durumlarını tamamen resmi bilirkişi olan Adli Tıp Kurumu’nun Tıp etiğine aykırı olan kararlarına bırakmış ve bu nedenle de birçok hasta mahpus hapishanede çok zor koşullarda yaşamaya devam etmekte ve maalesef bazıları hapishanede yaşamını yitirmektedir. Yine Avrupa Konseyi İstanbul Sözleşmesi’nden imza çekilmesi özellikle LGBTİ+lara mücadelesine yönelik nefret dilinin yoğunlaştırılması da son derece kaygı vericidir.

Eğer barış sürecinin başarıya ulaşması isteniyorsa insanların düşüncelerini özgürce dile getirebilecekleri ortamların sağlanması gerekmektedir.  Bu nedenle her şeyden önce hapishanedeki siyasi mahpusların serbest bırakılması, terörle mücadele yasasının kaldırılması, ifade ve örgütlenme özgürlüğü önündeki engellerin kaldırılması, hasta mahpusların tahliye edilmesi, AİHM ve AYM kararlarının gereğinin yerine getirilmesi, Avrupa Konseyi İstanbul Sözleşmesi’ne geri dönülmesi ve Türkiye’nin altına imza attığı uluslararası sözleşmelerin eksiksiz uygulanması gerekmektedir.

Bu taleplerin tümünün barışla doğrudan bir ilgisi vardır. İfade ve örgütlenme özgürlüğü sağlanmadan barış gerçekleşemez. Bu nedenle insan hakları savunucuları olarak bu 1 Eylül Dünya Barış Günü’nde de barış isteğimizi yüksek sesle dile getiriyoruz. Topluma dayatılan tekçi, ırkçı, milliyetçi ve ötekileştirici politikaların ve nefret dilinin son bulması için siyasal iradeyi insan haklarına dayalı barışçıl politikalar geliştirmeye çağırıyoruz.

YAŞASIN BARIŞ

BIJÎ AŞİTÎ


Etiketler: insan hakları, aile, siyaset, trans, lgbti, lezbiyen, gey, biseksüel, barış
İstihdam