11/07/2025 | Yazar: Elif Gölet

Merhaba Canım, Nasılsın? dizimizin üçüncü konuğu Defne Güzel: “Bize yapılanlara, LGBTİ+’lara dönük bunca saldırıya inat bir araya gelmemiz, direnmemiz, hayata birlikte anlam katmamız bana umut veriyor.”

Merhaba Canım, Nasılsın?: Defne Güzel Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

“Merhaba Canım, Nasılsın?” yazı dizisinin üçüncü konuğu Defne Güzel. Kendi hikayesini, gündelik yaşamını, neşesini ve yorulduklarını bizimle paylaşıyor.

Bugün nasılsın?

Bugün de dahil olmak üzere günlerdir bedenime ve zihnime ihtiyaç duyduğu uykuyu veriyorum. Erkenden uyuyup erkenden kalktım bugün. Uyudukça daha iyi hissediyorum. Bugün İstanbul’a, arkadaşlarımı görmeye gidiyorum. Bir tren yolculuğundayım. Kulağımda kulaklık, arka fonda Hande Yener’in “Apayrı” albümü çalarken kendime odaklandım ve bu soruları dolduruyorum. Keyfim oldukça yerinde.

Kendini son zamanlarda nasıl hissediyorsun?

Benim aslında çok iç karartan bir işim var. LGBTİ+’lara yani bize dönük hak ihlallerini izleyip raporluyorum. Bunu uzun süre yapınca elbette ruhsal bir ağırlığı oluyor. Fakat iki aydır benimle olan bir ruh hali var. 17 Mayıs Derneği’nin etkinlikleriyle bir araya gelmek, Ankara’da LGBTİ+’ların Onur Yürüyüşünü görmek, Pembe Hayat’ın düzenlediği piknik buluşmasıyla gevşemek ve bütün bu süreçlere katkı koymak bana çok iyi geldi. Özellikle iki aydır dostlarımla bir araya gelmek, mücadele etmek beni iyileştiriyor. Kendimi şu sıralar güçlenmiş hissediyorum.

Bu aralar seni en çok ne yoruyor?

Beni en çok 30 yaşıma girdiğimden beri yani üç aydır, vermem gerektiğini düşündüğüm kararları vermek yoruyor. Bazen çocukluğuma dönmek, bazen üç yıl, bazen üç ay öncesine dönmek, anıları hatırlamak ve hayattaki çizgilerimi bu anılarla yani kendimle birleştirmeye çalışmak yoruyor. Elbette bu her zaman için kötü bir şey değil ama ağırlık yaptığı kesin :)

Yakın zamanda seni etkileyen bir şey oldu mu?

Yapmayacağımı düşündüğüm bir şey yaptım. Konuşmadığım biriyle barıştım. Konuşmadığım, küs olduğum çok insan yok ve olanlarla da ömürlük küsen biriyimdir aslında. Barışmak, hayatımda uzun zamandır deneyimlediğim bir olay değildi. Bu beni çok etkiledi. Zihnim özgürleşti. Barıştığım kişiyle beklentisiz ama samimi bir ilişki kurmak bana çok iyi geldi.

Şu anda en çok neye ihtiyacın var?

Tatile elbette. Denizi çok seviyorum. Müzik dinlemeyi, bira içmeyi çok seviyorum. Deniz gören bir yerde, suyun içinde büyüdüm ben. Bu yıl tek başıma uzun bir tatil yapmak istiyorum. En çok buna, bilgisayar açmadığım günlere ihtiyacım var.

İçinde taşıyıp da paylaşmak istediğin bir duygu var mı?

“Kendine Dönmek” isimli bir atölyede kendime 30 yaş manifestosu hazırladım. Çok maddem yok ama burada paylaşmak isterim:

*İçindeki hazineyi insanlarla paylaş.

*Kontrolü elden bırak.

*Sevdiğin, zevk aldığın şeyleri yap.

*Sevgini daha çok ver.

*Daha fazla yalnız kal, kendini öncele.

Son zamanlarda seni gülümseten neydi?

Ankara Onur Yürüyüşünde lubunyaların sloganlarla, bayraklarla yürüdüğünü görmek, Pembe Hayat’ın pikniğinde annelerle bir araya gelmek ve ev arkadaşımın apartman yöneticisiyle sürdürdüğü kavgayı dinlemek.

Kendinde güçlü hissettiğin bir yön var mı?

“Kendine dönmek” atölyesinde kendimizi tanımlayan kelimeler seçiyorduk. Beni tanımlayan kelime olarak da “dirayet” kavramını seçtim. Bu beni etkiledi çünkü kendimle çarpıcı bir yüzleşme yaşadım. “Neşe”, “hakkaniyet”, “adalet”, “huzur” gibi onca kelime yığınının arasından “dirayet”i seçmek zoruma gitti. Mücadelemin onuncu yılında her ne kadar bıkmak ya da vazgeçmek anlaşılır olsa da bıkmayan, vazgeçmeyen biri olmak biraz zoruma gitti.

Sana iyi gelen bir an yaşadın mı?

Geçtiğimiz gün ev arkadaşımla gelecek planlarımızdan bahsediyorduk. Kurduğumuz hayaller ayrışsa da, belki bazen yollarımız ve mekanlarımız ayrılacak bile olsa, yanımda olduğunu bilmek, desteğini görmek ve kendi desteğimi de ona vermek bana çok iyi geldi.

Sana umut veren şeyler ne?

Bana umut veren şey inadımız aşkım. Bize yapılanlara, LGBTİ+’lara dönük bunca saldırıya inat bir araya gelmemiz, direnmemiz, hayata birlikte anlam katmamız bana umut veriyor.

“Nasılsın?”

Basit bir soru gibi görünür. Gündelik konuşmaların başında ezberden söylenir çoğu zaman. Ama biz biliriz ki bu soru, sadece bir nezaket kalıbı değil; karşıdakinin ruhuna, yüküne, varlığına uzanan bir el olabilir. Hele ki zor zamanlarda…Ve evet, biz zor zamanlardan geçtik. Hâlâ geçiyoruz. Hayatlarımızı kurmaya çalışırken, bir yandan da her gün nefretle, yok sayılmakla, güvencesizlikle, yasaklarla, yoksullukla baş ediyoruz. Sadece var olmanın bile mücadele sayıldığı bir ülkede, bazen sokakta, bazen okulda, evde, işyerinde, kamusal alanda görünmez kılınıyoruz. Kimi zaman bir kararda, kimi zaman bir bakışta, kimi zaman bir suskunlukta hatırlatılıyor bize: Yaşamak, bir direniş hâline geldi.

Böyle zamanlarda birbirimize “nasılsın?” demeyi unutuyoruz. “Bu geçsin, sonra sorarız” diyoruz. Oysa en çok da böyle zamanlarda sormalıyız bu soruyu. Çünkü o sorunun içinde bir durak var; durup birbirimizi görme, duyma, yükümüzü bölüşme ihtimali.
 “Gerçekten nasılsın?” diye sorulduğunda, cevabın ağırlığını birlikte taşıyabiliriz.

Bu yüzden biz, bu soruyu birbirimize yeniden, başka bir yerden, daha sahici bir yerden sormak istiyoruz. İçten, sade, yargısız bir sesle. Çünkü lubunyaların her hâli kıymetli. Hissettiğimiz her şey haklı ve yerli yerinde. Öfkeliyken de, yılmışken de, umutluyken, kırılmışken, coşkuluyken, korkmuşken, hüzünlüyken de… Arkadaş Sezai’nin de dediği gibi hüznümüz, hüzünlerin çiçek açmış haliyken. 

Bu bir “iyi hisset” çağrısı değil. Ama hissetmenin her hâlini onurlandıran bir davet. Bir lubunyadan bir diğerine uzanan küçük bir köprü. Belki birbirimizi hiç tanımıyoruz. Ama bu soruyla bir alan açıyoruz: Duyguların görünür kılındığı, yoldaşlığın sessizce sürdüğü bir alan.


Etiketler: yaşam
İstihdam